24 Nisan 2013 Çarşamba

Hamilelikte Karşılaşılan Sırt Ağrılarıyla Doğkırmızı Yollardan Baş Edin

Hamilelik süresince karşılaşılan sırt ağrıları vücudun yorgun düştüğünün ve dinlenmeye ihtiyaç duyduğunun göstergesidir. Hamilelik döneminde ortaya çıkan sırt ağrılarının kilo alımı gibi birçok nedeni olabilir. Anne adayları bu süreçte ilaç kullanmak yeri

Hamilelik süresince karşılaşılan sırt ağrıları vücudun yorgun düştüğünün ve dinlenmeye ihtiyaç duyduğunun göstergesidir. Hamilelik döneminde ortaya çıkan sırt ağrılarının kilo alımı gibi birçok nedeni olabilir. Anne adayları bu süreçte ilaç kullanmak yerine bazı doğkırmızı yollardan ağrılarını hafifletebilirler.

Hamilelikleri süresince vücudun dengede durmasını zorlaştıran ve bu nedenle sırt ağrılarına neden olan topuklu ayakkabılardan kaçınılmalıdır. Ayrıca uzun süre ayakta durmak ve ağır yük kaldırmak da hamilelik süresince ortaya çıkan sırt ağrılarının nedenleri arasındadır.

Diğer önemli bir nokta annenin oturma pozisyonudur. Sırt mümkün olduğunca düz tutulmalı ve sırtın düz durumda tutulmasına yardımcı sert koltuklarda oturulmalıdır. Bitkisel yağlar kullanılarak uygulanan sırt masajları ve kas gerilmelerini engelleyen sıcak su torbaları sırt ağrılarının hafiflemesine yardımcı olur.

Deniz tuzları ile hazırlanan ılık bir banyo sırt ağrılarından kurtulmanın yanı sıra vücudun rahatlamasına da yardım eder. Anne adayları araba kullanırken ve otururken destek olarak yastık kullanabilirler. Bazı egzersiz hareketleri ile de sırt ağrılarını hafifletmek mümkündür. Bu egzersiz hareketlerini öğrenmek için bir uzmandan yardım alınması gerekir. Anne adayları hamilelik süresince mümkün olduğu kadar dinlenmeli ve vücutlarını rahatlatmaya çalışmalıdırlar.

Kaynak: http://www.ayushveda.com/

Hamilelik Döneminde Baş Ağrısı

Hamilelik döneminde oluşan baş ağrıları ile ilaç tedavisine başvurmadan başa çıkma gerekir. Anne adayının ilaca başvurmadan uygulayabileceği birçok yöntem bulunmaktadır. Anne adayı baş ağrılarından kurtulmak ve baş ağrılarını engellemek için derin nefes

Hamilelik döneminde oluşan baş ağrıları ile ilaç tedavisine başvurmadan başa çıkma gerekir. Anne adayının ilaca başvurmadan uygulayabileceği birçok yöntem bulunmaktadır.

Anne adayı baş ağrılarından kurtulmak ve baş ağrılarını engellemek için derin nefes alma ve rahatlama tekniklerini uygulayarak rahatlayabilir. Bunun yanı sıra gözlerinizi kapayarak dinlenmek de baş ağrılarının azalmasına yardımcı olur. Düzenli yemek yemek, düzüenli uyku ve kafein gibi baş ağrısına neden olan maddelerden kaçınmak baş ağrılarının engellenmesine katkıda bulunur.

Eğer baş ağrılarınız bu metotlar ile iyileşmezse Tylenol içebilirsiniz. Eğer bu yöntem de baş ağrılarınızdan kurtulmanıza yardımcı olmazsa mutlaka bir doktora başvurunuz.

Doğum ile merak edilen konular

Normal doğum ne kadar sürer? Normal doğum başlangıcı, tıbbi olarak, rahim ağzının 4 cm aleni olduğu ve doğum sancılarının düzenli olarak girdiği dönemdir. Bundan öncesi doğum süresine dahil değildir. Doğumun aktif olarak başlamasından sonra, ilk do

Normal doğum ne kadar sürer?

Normal doğum başlangıcı, tıbbi olarak, rahim ağzının 4 cm aleni olduğu ve doğum sancılarının düzenli olarak girdiği dönemdir. Bundan öncesi doğum süresine dahil değildir.

Doğumun aktif olarak başlamasından sonra, ilk doğumunu yapacak olanlarda, saatte 1 cm’lik açılma olur ve yaklaşık 6-8 saat sonunda tam açılma gerçekleşir. Bundan sonra ıkınma aşamasına gelinir. Bu aşamanın süresi anne adayının gücüne bağlıdır. Yarım saat ile bir saat arasında doğumu yapabilir. İkinci doğumunu gerçekleştiren annelerde bu süre iki saat daha azalır, üçüncü doğumda artı yarım-bir saat daha azalır. Dördüncü doğumda ise artık doğumhaneye girdikten yaklaşık 4-5 saat sonra doğum gerçekleşir.

Yalancı doğum sancısı nedir?

Bu sancılar, özellikle ilk anneliğini yaşayacak olanların en sık düştüğü tuzaktır. Hastaneye giderler ve eve geri gelirler. Yalancı doğum sancısı, henüz doğum sancısı olmayan dönemde görülen sancıdır ve düzensizdir. 34’üncü haftada bile başlayabilir. Sancı girer, kısa sürer ve çıkar; daha sonra tekrarlayabilir. Bu durumda sancının ne kadar zamanda bir geldiğine, istirahatle geçip geçmediğine bakmak gerekir. İstirahatle geçiyorsa, bu, doğum sancısı değildir. Yine eğer düzensiz sancılar şeklindeyse, gerçek doğum sanıcısı olamaz.

Yalancı doğum sancısı doktora gitmeyi gerektiren bir durum değildir. İstirahat ederek, sancıların düzenli hale geleceği zamanı bekleyerek ve her şeyden önemlisi, sol yana yatıp bebeğin hareketlerine dikkat ederek doğum zamanı beklenmeli. Yalancı doğum sancısı, çoğu zaman kendi kendine geçer. Doğuma hazırlayıcı kasılmalar da, 32’nci haftadan itibaren görülebilen, tamamen masum, rahim kasının esas doğum kasılmalarına antrenman olarak yaptığı kasılmalardır.

Normal doğumda epidural anestezi yapılabilir mi?

Epidural anestezi, omuriliği dıştan saran zarın etrafına yapılan bir anestezi ile belden aşağısının uyuşturulmasıdır. Anestezi maddesi yavaş yavaş yayılarak rahim kasının sancı duyma özelliğini azaltır. Kasılmalar olur fakat sancılar olmaz. Epidural anestezi, normal doğumda aktif dönem başladıktan sonra, yani 4 cm’lik açıklık ve düzenli sancılar başladıktan sonra uygulanabilir. Eğer iyi uygulanmışsa, doğumun seyrini hiçbir şekilde değiştirmez, hatta rahmin daha iyi açılmasını sağlar. Esas önemli an, ıkınma evresi başladıktan sonradır.

Anestezi uzmanının yapacağı en ufak bir yanlışla doğum vakumla gerçekleşmek zorunda kalabilir. Ya da hiç yanlış olmasa, doz iyi bir şekilde verilmiş olsa bile, epiduralden sonra bebeği vakumla çekme olasılığı, hiç anestezi uygulanmayan normal doğumda yüzde 1 civarındayken, epiduralde yüzde 4-5’e çıkar. Vakumun bebeğe hiçbir zararı yoktur, sadece müdahaleli doğuma girer.

Hangi durumlarda normal doğum tercih edilmez?

Doğum biçimine karar vermek için 34-36’ncı haftalar arasını bekliyoruz. Çünkü bu dönemde bebeğin aşağı yukarı kaç kilo doğacağı belli oluyor. Pelvis dediğimiz çatı muayenesini yapıyoruz. Buna göre normal doğum kararı veriyoruz. Ancak, son ana kadar normal doğum sezaryene dönüşmek zorunda kalabilir. Bebek sıkışabilir, kalp atışları azalabilir. Bebeğin vücudu çıkana kadar “sezaryenden kurtuldun” demek mümkün değil.

Kesinlikle normal doğum yapılamayacak durumları şöyle sıralayabiliriz: Bebeğin yatay durması, plesantanın doğum kanalını tıkaması veya bebeğin aşırı iri olması. Öteki durumlarda ise biraz risk alarak normal doğum gerçekleşebilir ama sezaryen daha uygundur. Örneğin, ilk doğum olup da bebeğin ters durması durumunda normal doğum mümkündür, ama sezaryen daha uygundur. Çoğul gebeliklerde bebeklerin pozisyonları uygunsa da sezaryen gerekebilir. Doğum uzamışsa, bu bir şeylerin ters gittiği anlamına gelir; normal doğum sezaryene dönüşebilir.

“Kesinlikle normal doğum yapamazsın” ya da “yapabilirsin” denilen durumlar çok azdır. Doğum şekline doktor değerlendirmesi sonucunda karar verilir.

Normal doğum sonrasında anne neler yaşar?

Aslında doğumdan altı saat sonra anne, bebeğiyle birlikte taburcu olabilir. Ama biz daha güvenli olsun diye 12-24 saat anneyi hastanede tutuyoruz. Anne, doğumdan sonra, dikiş atılan bölgede zaman zaman sancı yaşayabilir, ama buna ağrı kesiciler etki eder. Doğumdan sonra yemeğini hemen yiyebilir, ayağa kalkabilir, idrarını yapabilir. Sezaryene göre normal hayata dönüş çok daha kısa sürer.

Doğumun başladığı nasıl anlaşılır?

Doğum sinsi bir olay değildir, anne adayı çoğu zaman hisseder. En tipik şekli, belden başlayan ve karına doğru giden kasılma ve gevşemeler oluşmasıdır. 10 dakikada üç sancı gelmeye başlamışsa ve her biri 40-50 saniye sürüyorsa, bu sancılar anne adayını rahatsız ediyorsa, hastaneye gitme zamanı gelmiş demektir.

İkinci sık görülen doğumun başlama şekli, nişan gelmesidir. Rahim ağzını tıkayan, nişan denilen kanlı bir akıntı geldiği zaman rahim ağzı açılmaya başlamış demektir. Genelde 24 saat sonunda, bazen de üç güne kadar uzayan bir süre sonunda doğum sancılarının başlayacağı anlamına gelir. Daha az görülen doğum başlama şekli de suyun boşalması, daha da ender görüleni, kanama olması, belde hiç geçmeyen ağrı görülmesidir.

Normal doğumun sezaryene göre avantajları var mı?

Hem anne için hem bebek için uygun koşullar yerine gelmişse, risk faktörü saptanmamışsa normal doğum daha avantajlıdır. Ancak en ufak bir risk dahi saptanmışsa normal doğum yapılmamalı. Bazı ülkelerde, özellikle az gelişmiş ülkelerde normal doğum oranları daha fazla. Çünkü daha fazla risk alınabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, bir sağlık kuruluşu yüzde 17’nin üzerinde sezaryenle doğum gerçekleştiriyorsa gereksiz yere sezaryen yapıyor; yüzde 17’nin altında sezaryen gerçekleştiriyorsa gereksiz yere normal doğuma zorluyor demektir. Özel hastanelerde bu durum tersine dönmüş durumda, sezaryenle doğum çok daha fazla.

Normal doğumun riskleri var mı?

Dikkatli değerlendirme yapılmamışsa, ihmal varsa, normal doğum son derece riskli hale gelebilir. Doğum uzamışsa, herhangi bir şekilde ilerlemiyorsa, yani rahim ağzındaki açılma 10 saat sonra da 4 cm’yi geçmemişse ve bu şekilde doğum devam ediyorsa sorun vardır. Ya annenin çatısında darlık vardır ya da rahim kasılmıyor demektir. Bu durumda normal doğuma zorlamanın bir anlamı yok. Bundan 50 yıl önce 3-6 gün süren doğumlar oluyordu. Bebekler yaşamıyordu tabii. Günümüzde artık 12 saatten uzun süren doğumlarda sezaryeni tercih ediyoruz. Çünkü anne adayının normal doğuma uygun olmadığını görüyoruz.

Normal doğum sırasında soru yaşanırsa ne yapılır?

Normal doğumun her aşamasında sezaryene geçilebilir. Bebekle ilgili durumlar; bebeğin sıkışması, kalp atışlarının azalması, annenin bebek rahimdeyken kakasını yapmış olması (mekonyum), normal doğumun yarıda kesilmesine neden olabilir.

Anneyle ilgili durumlar ise annenin doğumunun ilerlememesi, yani rahim ağzının açılmasının devam etmemesi halinde annenin sancı çekiyor olması, bazen rahim ağzında açılma olmazken sancının da olmaması ve suni sancı verilmesine rağmen doğumun ilerlemiyor olması.

Ayrıca, beklenmedik bir şekilde kanama meydana gelirse, bu da anneyle ilgili bir sezaryen nedenidir. Normal doğum ilk evresindeyken, yani 9-10 cm’lik açılmaya kadar olan dönemde tek çare sezaryenken, ikinci evre olan ıkınma evresine gelindiğinde ise vakum veya forseps denilen aletlerle bebeğin başından çekilmesi gerekir. Anne adayının ıkınma ile yapması gerekeni dışarıdan müdahale ile yapmış oluruz.

Sigara içmek ölü doğum oranlarını arttırıyor!

VKV Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı ve www.tupbebek.com sitesi Medikal Direktörü Dr. Senai Aksoy, hamilelikte sigara içmenin zararları hakkında bilgi veriyor!

Sigaranın hamilelikteki etkileri nelerdir?

Hamilelik sırasında sigara içtiğinizde bebeğinize giden ve büyümesi için gereksinim duyduğu kan, oksijen ve besin maddelerinde azalmaya neden olursunuz.

Sigara içmeniz durumunda bebeğinizin düşük doğum ağırlığı ile doğma riskini yaklaşık 2 kat arttırırsınız.

1998 yılında ABD’de hamilelikleri süresince sigara kullanan annelerden doğan bebeklerin %12’si düşük doğum ağrılığı ile dünyaya gelmiştir.

Yaşına göre düşük doğum ağrılıklı dünyaya gelen bebekler doğum sonrası bazı sağlık problemleri açısından yüksek risk taşırlar. Bunların en önemlileri serabral palsi (felç), zeka geriliği ve hatta ölüm riskidir.

Öte yandan sigara içilmesi erken doğum riskini de %30 oranında arttırır. Bununla birlikte gebeliğin 16. haftasında sigarayı bırakan bir anne adayının bebeğinin düşük doğum ağrılıklı olma riski hiç sigara kullanmayan bir anne adayı ile aynı düzeye iner. Yani sigarayı bırakmak için hiçbir zaman geç değildir.

Sigaranın hamilelikteki olumsuz etkileri bunlarla sınırlı değildir. Hamilelikte ortaya çıkabilen bazı problemler sigara içen kadınlarda daha fazla görülür.

Örneğin sigara içen kadınların düşük yapma olasılığı içmeyenlere göre daha fazladır. Benzer şekilde plasenta previa ya da plasentanın erken ayrılması durumu da sigara kullanan kadınlarda 2 kat fazla karşılaşılan bir durumdur.

Plasentanın erken ayrılması durumunda hem anne adayının hem de bebeğin hayatı ciddi oranda tehlikeye girer.

Erken doğum riskinin yanı sıra sigara bazı doğumsal anomalilerin görülme riskini de arttırmaktadır.

Yeni yapılan bir çalışmada hamileliğin ilk 3 ayı boyunca sigara içen kadınların bebeklerinde daha fazla yarık damağa rastlandığı bildirilmiştir.

Sigaranın gebelikteki belki de en korkutucu etkisi ölü doğum riskinde yarattığı artıştır. H

amilelikleri süresince sigara içen kadınların bebeklerinin herhangi bir dönemde anne karnında hayatını kaybetme şansı sigara içmeyenlere göre çok daha fazladır .

Doğum sonrası etkileri

Sigara ve tütün ürünlerinin olumsuz etkileri sadece hamilelik ile sınırlı değildir. Hamileliğiniz boyunca sigara içmiş ve herhangi bir sorun yaşamadan bebeğinizi dünyaya getirmiş olmanız bundan sonra sorun yaşamayacağınızın garantisi değildir.

Çünkü hamileliği süresince sigara içen kadınlardan doğan bebeklerde "ani bebek ölümü sendromu" görülme riski yaklaşık 2 kat artmaktadır.

Ani bebek ölümü sendromu bulunabilen herhangi bir neden olmaksızın bebeğin hayatını kaybetmesidir.

Doğum sonrası bebeğin bulunduğu ortamda sigara içilmesi de ani bebek ölümü sendromu riskini artırmakla birlikte bebeğin sigara dumanına anne karnındayken maruz kalması daha büyük risk yaratmaktadır.

Ani ölüm dışında bu bebeklerde doğum sonrası astım gibi bazı kronik sağlık problemlerine de daha fazla rastlanmaktadır.

Anneleri hamilelikleri süresince sigara içen çocukların okul performansları da yaşıtlarına göre daha düşük olmaktadır.

Bu çocuklarda matematik başta olmak üzere öğrenme bozuklukları izlenmektedir. Yine benzer şekilde bu çocuklarda davranış bozuklukları ve antisosyal davranışlara da daha sık rastlanmaktadır.

Sigaranın etkilerini özetleyecek olursak

Sigara düşük riskini arttırır.

Sigara yarık damak gibi bazı doğumsal anomalilerin görülme riskini arttırır.

Sigara erken doğum riskini arttır.

Sigara plasenta previa ve abrubtio plasenta riskini arttırır.

Sigara düşük doğum ağrılığı görülme oranlarını %30 arttırır.

Sigara anne karnında bebek ölüm riskini arttırır.

Sigara çocukta ileri dönemlerde astım ve benzeri kronik hastalıkların görülme riskini arttırır.

Sigara çocuğun ileriki yaşamında öğrenme yeteneğinde azalmaya neden olur.

Sigara çocuğun hiperaktif olmasına neden olabilir.

Sigara çocukta davranış bozukluğu görülme riskini arttırır.

Sigara çocuğunuzun da ileride sigara bağımlısı olma riskini arttırır.

Yapılan çalışmalar günde içilen sigara adetsı ile risk arasında doğru bir ilişki olduğunu göstermektedir.

Yani ne kadar çok sigara içerseniz yukarıdaki problemlerle karşılaşma riskiniz o kadar artmaktadır.

Ancak bir günde içtiğiniz sigara adetsını azaltmanız riski azaltmakla birlikte tamamen bırakmadığınız sürece sıfıra indirmez.

Sigara kullanımının güvenli bir adetsı yoktur. Günde 3 - 5 tane sigaranın zararı olmaz demek mümkün değildir.

Ancak doğkırmızı olarak karşı karşıya kalacağınız risk daha az olacaktır. İdeal olan hamile kalmadan önce sigaraya veda etmektir.

İşte hamileyken sigarayı bırakmanız için 10 neden

Sigarayı bıraktığınızda bebeğiniz de bırakmış olacaktır.

Bebeğiniz doğduğunda yaklaşık 200 gram daha ağır olacaktır.

Bebeğinizin doğum sonrası hastanede kalış süresi daha kısalacaktır

Hamileliğiniz daha rahat geçecektir.

Hamileliğiniz daha sağlıklı geçecektir.

Bebeğinizin karnınızda ya da doğumdan sonra ölme riski azalacaktır.

Doğum sonrası bebeğinizde astım ve alerji gibi hastalıkların görülme riski azalacaktır.

Sütünüz daha sağlıklı olacaktır.

Hastalık riskiniz azalacağından çocuğunuzun büyümesini daha keyifli izleyebileceksiniz.

Sigaraya vereceğiniz parayı bebeğiniz için harcayabileceksiniz.

Süt arttırma önerileri

Birçok kadının en güzel rüyasıdır bir çocuk sahibi olabilmek. Ancak hamilelik ve süt verme dönemi ise bazen kilo alma açısından bir karabasana dönüşebilir.

Obezite ve metabolizma uzmanı Dr. Ayça Kaya, annelere sütlerini artırırken, kilo vermelerine de yardımcı olacak 10 ipucu veriyor.

Eğer hamile kalmayı planlıyorsanız veya lohusalık döneminde iseniz işte size kilo almadan süt artırmanın yolları;

1)Gebelikten sonra otoimmun tiroid hastalıklarının ortaya çıkmasında bir artış olur. Eğer lohusalık depresyonunuz var ise ve kilo artışı yaşıyorsanız bu açıdan öncelikle bir iç hastalıkları uzmanına muayene olmanızda fayda var. Hem tiroid, hem şeker hem de genel metabolizmanızın değerlendirilmesi iyi olur.

2)Toplumda şekerli yiyeceklerin ve içeceklerin anne sütünü artırdığı ile ilgili yanlış bir inanış vardır. Bu tür yiyecekler sütü artırmaz. O nedenle loğusa şerbetleri, hazır meyve suları, şeker eklenerek yapılmış kompostolar, helvalar, tatlılar ve çikolatalardan uzak durun.

3)Sütü artıran en önemli madde sudur. Ne kadar çok su içerseniz o kadar çok sütünüz olur. Özellikle her yemekte 2 bardak su için. Yediğiniz her meyveden sonra su için. Ortalama 10-12 bardak su içmeye özen gösterin.

4)Su oranı yüksek olan sebzeler ve meyveler çok süt yapar. Her yemeğinizin yanında bolca yeşil salata yiyin. O nedenle salatayı baş tacı yapın. Ancak içine yağ, mayonez ve salata sosu koymayın. Nar ekşisi, limon, sirke ve 1 tatlı kaşığını geçmeyecek şekilde yağ ekleyebilirsiniz. Su oranı yüksek olan ıspanak, pazı, kara lahana, yeşil fasulye gibi sebze yemeklerine sofranızda daha çok yer açın. Bu sebzeleri pişirirken kıymalı veya yumurtalı olarak hazırlamak besin kalitesini yükseltir. Ama eğer kıymalı yemek sevmiyorsanız yanında ayrıca köfte olarak hazırlayabilirsiniz.

5)Taze sıkılmış meyve suyu, ayran, maden suyu ve şekersiz bitki çaylarını içecek olarak tercih etmekte fayda var.

6)Yağlı yiyeceklere karşı dikkatli olun. Kızartmalar, pastane ürünleri, kurabiyeler, kıymadan yapılan etler, cipsler, çerezler, kremalı yiyecekler kalori oranları yüksek yiyeceklerdir. Küçük miktarda yenildiğinde çok fazla kilo yapabilir.

7)Süt veren annenin gece kalkmaları nerede ise bir rutindir. Emzirmek ayrıca enerji ihtiyacını artırır. Ancak geceleri kalktığınızda karnınız zil çalsa bile sakın ağzınıza bir lokma koymayın. Çünkü gece insan vücudu depolamaya daha eğilimlidir. Gece yediğiniz bir lokma gündüz yediğiniz 10 lokmaya bedeldir. Çok acıkırsanız sadece 1 bardak su için ve sabah güzel bir kahvaltı yapacağınızı hayal edin.

8)Emziklilik dönemi kilo vermek için bulunmaz bir fırsattır aslında. Çünkü insan vücudu süt yapmak için bir enerji harcar. Harcanan bu enerji özellikle ilk 2 ayda çok fazladır. Nerede ise günde 2 saatlik spor yapmaya bedeldir. O nedenle doğru yiyecek tercih yapmayı bilirseniz biraz da hareketinizi artırırsanız haftada 1- 1,5 kilo kaybedebilirsiniz.

9)İşte size sütünüzü artıracak, bebeğinizin gazını alacak bir tarif: 1 yemek kaşığı rezene, 1 yemek kaşığı ıhlamur, 1 yemek kaşığı papatya, 1 tatlı kaşığı tane kimyon ve 1 tatlı kaşığı anason. Porselen bir demliğe bu ölçülerde bitkileri koyun ve üzerine 2 fincan kaynar su ekleyin. Demliğinizin üzerine bir havlu ile kapatın. Yemeklerden hemen sonra bu çayı içtiğinizde bebeğinizin gazı daha az olur. Sizin de sütünüz daha bol olur.

10)Tuzlu yiyecekler, her ne kadar su ihtiyacını artırarak su içmeyi teşvik etse de vücuda bazı zararlar verebilir. Turşu, salamura yapılmış yiyecekler, tuzlu çerezler, şarküteri ürünleri, hazır soslar, tuzlu peynirler ve zeytinler gizli tuz oranı yüksek besinlerdir. Bu besinler eğer çok tüketilirse tuz vücuttan atılırken kemikten kalsiyum çekeceği için kemik erimesi yapabilir. Özellikle gebelik ve lohusalıkta kalsiyum ihtiyacı artar. Eğer fazla tuzlu yenirse bu durum kişinin ayrıca kalsiyum ihtiyacını artırarak kemik erimesini tetikleyebilir. O nedenle tuz oranı yüksek besinlerden kaçınmakta fayda var.

K : Hastane.com.tr

Bartholin Kisti (Absesi)

Bartholin bezleri vaginanın girişinde bulunur ve mukus salgılar. Bezlerden birisinin kanalı tıkandığında kist denilen şişlik oluşur. Kist enfekte olursa püy içeren abse oluşur. Genellikle tek taraflıdır. Bartholin guddesinin dışa açılan kanallarının iltih

Nedenler
Olguların çoğunda neden olan organizma gonokoksik (Bel soğukluğu)'dir. Diğer mikroorganizmalarda bu tabloya neden olabilir. İnfeksiyon başlarsa kanallar tıkanır, cerrahatli salgı dışarıya akamaz ve kanallarda birikir.Gudde dokusu abseleşmeye her zaman iştirak etmeyebilir.

Şikayetler
Akut devrede asıl ve en bariz belirti, bezin şiş ve ağrılı olmasıdır. Pürülan bir akıntı yumuşak bir bası ile kanaldan dışarı çıkabilir veya kendi kendine akabilir. Kendini flüktüasyon ile belli eden abse sık rastlanılan bir bulgudur ve eşlik eden ödem tüm vulvanın şişmesine neden olabilir.

Tedavi
Abse oluşuncaya kadar konservatif tedavi yapılmalıdır.Yatak istirahatı,durumuna göre buz veya sıcak tamponlar, antibakterial ajanlar gereklidir. Abse oluşumu kesin ise ameliyathane koşullarında ve genel anestezi altında (zira oldukça ağrılı bir işlemdir) insizyon yapılarak drenaj gereklidir.Tekrarlayan olgularda kesenin marsupyalizasyonu yapılmalıdır. İnsizyon kenarlarının abse kesesi kenarlarına dikilmesi işlemi olup hem bez fonksiyonlarının koruyan hem de nüksler oluşmasının önler.Cep yapmak anlamına gelen bu olguda bezin salgıladığı sıvının dışarıya akması sağlanır.

Bazen ameliyat sırasında kist boşluğuna bir gazlı bez tampon olarak konulur.Bu tampon kistin akmasını sağlar ve tekrar kapanmasını önler. Ertesi gün tampon çekilir.Diğer bir yöntem kist açılır boşaltılır içi oksijenli su ile yıkandıktan sonra içine küçük bir nitrat d'argent kalemi konulur ve kistin iki ucu krome katgüt ile sütüre edilirek sütürler 1 cm uzunluğunda bırakılır. 2-3 gün sonra uzun bırakılan bir sütür materyali çekilirse kolayca tüm kapsül dışarıya alınır.

Ameliyat sonrası ağrı kesicilerle ağrılar kontrol edilir.
Hastanede ortalama 24-48 saat kalınır ve 2-3 gün içerisinde normal aktivitelere dönülür.

Hepinize sağlıklı günler dileriz.

Kaynak Prof.K Arısan Jinekoloji

Hangi Diş Macununu Satın almalısınız?

Bir diş macunu satın almak günlük hayatınızın en stressiz işi olmalıdır.

Ancak bugünlerde karşınıza çıkan seçenekler bu konuyu, sanki biyokimyada bir dereceniz olsa daha doğru seçim yaparmışsınız gibi hissettirerek, bunaltıcı hale getirebilir. Tartar kontrollü mü yoksa beyazlatıcı mı? İltihaba karşı mı yoksa mine koruyucu mu? Karbonatlı ve peroksitli mi yoksa bunların olmadığı macunlar mı? “Doğal” maddeler içeren mi yoksa en yeni anti bakteriyel unsurları içerenler mi? Ve gerçekten floride gereksiniminiz var mı?

Mavi, yeşil, ak mı yoksa şeritli mi istersiniz? Naneli, nane aromalı, ferahlatıcı?  Jel, macun, sıvı, kerem ya da toz?

Bunlar bir diş hekimini bile şaşırtabilecek kadar çok seçenekler. Diş hekimlerinin bazıları “diş macunu raflarına gittim ve bunaldım, ki ben bunların içeriklerini de biliyorum demektedirler.  “Yeni” diş temizleme teknolojilerinin ne kadarı pazarlama aldatmacası?

Diş macununun görev tanımı:

Bir diş macununun temel fonksiyonu, fazla sert olmadan ve dişinizi aşındırmadan temizlemektir.

Bir diğer fonksiyonu da, plak denen ve dişlerinizin ve diş etlerinizin üzerine oturarak onlara diş çürüğü ya da diş eti hastalığı şeklinde zarar veren yapışkan bakteri ve salya tabakasına karşı savaşmaktır. Eğer dişleriniz üzerinde gelişmesine izin verilirse plaklar sertleşerek sert, sarımtırak, bakteri yüklü bir tabaka olan tartarı oluştururlar. Tartar dişlerinizde bir kez oluştu mu, bunların temizliği ancak profesyonellerce yapılabilir.

Not: bazı kişilerde tartar, vücut kimyaları, kötü diş bakımı ya da her ikisinden kaynaklanan nedenlerle diğer kişilere göre daha hızlı oluşur. Eğer kendinizi bu kategoride görüyorsanız, tartar kontrollü bir diş macunu kullanın.

Çürükle Savaş

Diş macunları bir taraftan temizlerken, bir taraftan da çürüklere karşı savaşmalıdır ve bunu yapan tek şey, en azından bugün için, floriddir. Florid, mucize bir işçidir; plaklar dişlerinizi çürük yapan bakterilerle doldururken florid,  salyanızdaki minerallerle birleşerek dişinize girer ve hasarları temizler.

Başlangıçta orta aşındırıcılıkta bir diş macunu ile başlamanızı önerilmektedir çünkü bunlar dişleri az ya da çok az aşındırıcılar içeren diş macunlarından daha iyi temizler.

İşte önerilen bazı diş macunları:


Daha az “güç”e mi ihtiyacınız var?

“Düşük aşındırıcılı” diş macunlarının en iyisi bile temizlemede ancak “çok iyi” olarak sınıflandırılmıştır. Ne zaman daha etkili olan bir orta aşındırıcılı diş macunu yerine düşük aşındırıcılı bir diş macunu kullanmalısınız? Eğer diş etleriniz çekildiyse. Bu durumda hassas dentinin daha fazlası açığa çıkar.

Kullandığınız diş macununun etkinliğini azamiye çıkartmak için doğru şekilde fırçalamak ve bunu iki dakika süreyle yapmak önemlidir. Ve eğer herhangi bir diş macunu ağzınızda kamaşma ya da hassasiyet yaratıyorsa kullanmayı bırakın ve diş hekiminizi arayın.

Periostat

Geleneksel periodontal hastalık tedavisinde her zaman belli aşamalar vardır; plakların ve tartarın kök yüzeylerinden temizlenmesi ile başlar.

BU işleme kök yüzeylerinin temizlenmesi işlemi denir. İyileşmeden sonra bu alanlar tekrar incelenir, evde bakım teknikleri değiştirilir ve daha ciddi durumlarda ameliyat önerilir. Neyse ki güncel gelişmeler, periodontal hastalığa karşı verilen sürekli mücadelede etkili bir aracın geliştirilmesini sağlamıştır -- Periostat olarak tanımlanan yeni bir sistematik ilaç tedavisi.

Periostat antibiyotik etkisinden dolayı değil, vücudun periodontal hastalığa tepki olarak çıkardığı kemikleri yok eden enzimler üzerindeki durdurucu etkisi için alınır. Günde iki defa sabah ve akşamları yemeklerden bir saat önce alınır. Ölçekleme, kök yüzeyi temizliği ve gelişmiş evde bakım teknikleri ile birlikte uygulandığında Periostat kemik kaybına neden olan yok edici enzimlerin düzeyini azaltır ve sonuç olarak da cep derinliğini azaltmaya ve sağlıklı diş-diş eti bağlantısını sağlamaya yardımcı olur. Tetracyclinelere alerjiniz varsa ya da hamileyseniz veya emziriyorsanız Periostat’ı kullanamazsınız; Ayrıca Periostat’ı bebekler ve sekiz yaş altı çocuklarda da kullanılamaz.

Periostat, yetişkinlerdeki periodontitis’in tedavisinde önemli bir gelişmedir. Ölçekleme, kök yüzeyi temizliği ve gelişmiş evde bakım teknikleri ile birlikte uygulandığında, periodontal hastalığın neden olduğu sürekli hasarı durdurmaya yardımcı olur.

Periodontal (Diş Eti) Apseler

Periodontal bir apse, periodontal cepte hızlı büyüyen bakteriler sonucu oluşur.

Periodontal bir cep, periodontal hastalık varken diş etlerinin enfekte olup dişlerin yüzeyinden çekilmeleri sonucu oluşur. Bu, sulkusu – dişlerle diş etleri arasındaki boşluk – üç milimetreden fazla derinleştirir.  Derinleşmiş sulkusa cep denir.

Apse, cebin plak bakterilerinin, tartar ve/ya yemek parçacıklarının, içinde hapis kalmalarına imkan verecek kadar derinleşmesi ile oluşur ve vücudun bağışıklık sistemi enfeksiyonla yeterince savaşamaz. Bu kontrolsüz, hızlı bakteri, bakteriyel ürünler ve enfekte diş eti dokusu büyümesi diş etlerinde büyük şişmeler gelişmesine neden olur. Bunların sonucu olarak dişi saran destekleyici bağ dokusu ve kemikte hızlı, ağrı veren bozulma oluşur.

Periodontal apseler, periodontal sulkusun cep oluşturacak kadar derinleştiği diş etlerinin yanlarında herhangi bir yerde oluşabilir. Enfeksiyon sonucu meydana gelen kemik kaybının olduğu ileri periodontal hastalık durumlarında sık görülür çünkü beş milimetre ve daha fazla derinliği olan cep, apse oluşumu için ideal bir ortamdır. Apseler çok ağrılı olabilir; bunlar aniden görülen yumuşak lezyonlardır. Küçücük apseler bile çok büyük ağrılara neden olabilir. Apseler 40 yaş ve üzeri kişilerde daha sık görülse de bazen çocuklarda da olur.

Periodontal apseler dokunulduğunda düzdür ve çapları iki ile on santimetre arasındadır. Bazı durumlarda bağışıklık sistem bozukluğu ya da eksikliği veya kontrolsüz diyabetlerde oluşur.

* Tedavinin ana amacı enfeksiyonu temizlemektir; buna genellikle cep astarını dikkatlice kazıyarak ulaşılır.

* Daha sonra kök yüzeyine yapışmış plak ve tartar ölçekleme ve kök yüzey temizliği ile temizleriz ve bu da muhtemelen enfeksiyonun tekrarlanmasını önler.

* Enfeksiyonu yok etmek için antibiyotikler yardımcı olabilir.

* Apsenin neden olduğu rahatsızlığı gidermek için genellikle ağrı kesici ilaçlar öneririz.

* Apse bir kez iyileştiğinde size doku üretimi tedavisi ve/ya kemik cerrahisi önerilebilir; bu nihai tedavi olmazsa apselerin ileride yeniden olmasını çağrı ediyorsunuz demektir.

Hamilelik ve Diş Eti Hastalıkları

Hamilelik sırasında vücudunuz östrojen ve progesteron hormonlarını daha fazla üretir.

Bu yüksek hormon düzeyleri diş etleriniz de dahil vücudunuzdaki pek çok dokuyu etkileyebilir. Hormon seviyeniz değiştikçe, diş etleriniz buna güçlü tepkiler gösterebilir ve daha da hassas olabilir. Bunun sonucu olarak diş etleriniz periodontal hastalıklara daha çok maruz kalabilir.

Hatta bazı hamile kadınlarda “hamilelik gingivitis’i” gelişebilir. Bu, dişler fırçalandığında ya da diş ipi kullanıldığında kanayan şiş, kırmızı ve yumuşak diş etleri demektir. Gingivitis, periodontal hastalığın ilk aşamasıdır. Hamilelik gingivitisi ikinci trimesterde görünür ve ikinci trimesterin ortalarında azami düzeye çıkar. Hamile kaldığınızda gingivitis olmuşsanız, hamileliğiniz ilerledikçe bu durumun daha kötüleşmesi muhtemeldir.

Hamileliğimiz, "hamilelik tümörleri" oluşma riskini de getirebilir; bunlar şiş ve iltihaplı diş etlerinde oluşan diş çevresi ve dişler arasında meydana gelen kanserli olmayan büyümelerdir.

Gingivitis ve periodontal hastalıkların ilerlemiş formları bebeğinizin sağlığını da etkileyebilir. Bakteri enfekte olmuş diş etlerinden kan dolaşım sistemine girebilir ve uterüse kadar ilerleyip prostaglandinlerin üretimine neden olur ki bu, prematüre doğuma neden olduğuna inanılan bir kimyasaldır. Bunun sonucu olarak bebeğiniz çok erken ve çok küçük doğabilir.

Hamilelik sırasında kendi sağlığınız ve doğacak bebeğinizin sağlığı için kendinize dikkat etmeniz gereğinin önemini biliyorsunuz. Belki, hamilelik sırasında ağız sağlığının da ne kadar önemli olduğunu bilmiyor olabilirsiniz.

Plakları ve yemek artıklarını her yemekten sonra diş ipi kullanarak, yumuşak kıllı diş fırçası ve floridli diş macunu ile dişlerinizden temizlemelisiniz. Diş macunu mide bulantısına neden oluyorsa dişlerinizi normal su ile fırçalayıp daha sonra anti-plak ya da floridli bir gargara suyu ile çalkalayabilirsiniz.

Hamileliğiniz süresince diş hekiminizle düzenli olarak görüşenizde fayda vardır. Ağız sağlığınızı dikkatle takip edilir ve gereğine göre dişleriniz temizlenebilir ve evde yaptığınız ağız bakımının etkinliği değerlendirilir. Hamileliğiniz süresince ağız sağlığınızla ilgili herhangi bir sorunuz olursa diş hekiminize sorun.

Sağlıklı bir ağız, rahat bir hamilelik geçirmenize ve sağlıklı bir bebeğe sahip olmanıza yardımcı olacaktır!

Ağız kokusu romantizme engel!

Yolda bir arkadaşınızı gördünüz ama onu öpmeye korkuyorsunuz... Peki ya sevgilinizi? Masal başlamadan bitiyor değil mi? Yoksa siz de cebinde ağız spreyi mi taşıyanlardan mısınız?

Ama üzülmeyin, yalnız değilsiniz.

Çünkü dünyada milyonlarca insan diş eti hastalıkları ve mide sorunları nedeniyle ağız kokusu problemi yaşıyor. Ve hatta bu nedenle boşanan çiftlerin adetsı da hiç mi hiç az değil..

Peki ya çözümü?

Tahmin bile edemeyeceğiniz kadar kolay aşağıdaki ipuçları ile bu sorununuzu tarihe gömmek mümkün..

•    Ağız içindeki bakterilerle savaşan bir baharat olan tarçını kullanın,
•    Basit şeker tüketimini en aza indirin çünkü şeker  diş çürümesine neden olmakta,
•    Kötü kokunun nedeni olan ağız kuruluğunu engellemek için bol miktarda su için,
•    Ağızda yemek parçası kalma olasılığına karşı lokmalarınızı iyice çiğneyin,
•    Diş ipi kullanımına özen gösterin,
•    Sigara alışkanlığınızdan vazgeçin. Sigara hem ağız kuruluğuna neden olmakta hem de diş eti hastalıklarına zemin oluşturmakta,
•    Dişlerle birlikte dilinizi en az günde iki defa fırçalayın,
•    Nane yaprağı çiğneyin. Nane nefes kalitesini olumlu yönde etkilemekte,
•    Florlu macun, jel ve gargara kullanın,
•    Bileşiminde alkol bulunan ağız bakım ürünlerini kullanmayın,
•    En az yılda bir kere dişlerinizi temizletin.
Alınacak bu önlemlerin dışında, hem kokuyu hem çürümeyi engelleyen besinler de var.
•    Peynir: Ağzın PH dengesini ayarlamaya yardımcıdır. Çürüklere karşı koruma sağlar ve şekerin dişeri çürütme etkisini giderme açısından oldukça önemlidir.
•    Kivi: C vitamini eksikliği diş etlerini hassaslaştırabiliyor. Kizi C vitamini eksikliğini gidermede önemli bir meyvedir.
•    Yeşil çay: Yeşil çayda bulunan katesin maddesi ağız kokusuna neden olan bakterileri ağızdan uzaklaştırmaya yardımcı oluyor.
•    Kereviz: Ekstra çiğnemeyi gerektiren yiyecek olmasından dolayı daha fazla tükürük salgılanmasını sağlar.
•    Yoğurt: Kalsiyum açısından oldukça zengin olan yoğurt periodontal rahatsızlıktan dolayı oluşan sallantılı ve gevşek dişleri iyileştirmede etkilidir.
•    Maydanoz: Ağız kokusuna neden olan yiyeceklerden sonra çiğnenmesi tavsiye edilen maydanoz ağızda hoş bir koku bırakmaktadır.
•    Kuruyemişler: İçerisindeki doğkırmızı yağlar diş minesinin güçlenmesine yardımcı olarak çürümelere karşı dayanıklılığı arttırır.
•    Elma: Kabuğuyla yenilmesi dişlerin kuvvetlenmesini sağlar ve içerisinde bulunan maddelerle dişleri temizler.
•    Çilek: Çileğin içerisinde bulunan asitler diş diplerinde oluşan taşları eritir ve diş taşlarının oluşumunu önler.  Aynı zamanda çilek dişleri beyazlatmada kullanılır; diş fırçanızı bir çileğin içine batırıp dişlerinizi fırçalamanız yeterlidir.
•    Balık: İçeriğindeki fosfor diş etlerinin sertleşmesini sağlar. Sağlıklı dişler için haftada bir balık tüketilmesi oldukça faydalıdır.

Elif DEMİRTAŞ - ProSağlık

PerioChip Uygulamaları

35 yaşın üzerindeki kişilerin yüzde 75'in den fazlasında, dişlerin, diş etlerinin ve dişleri saran kemiklerin bakteriyel enfeksiyonu olan periodontal hastalığa sahiptir.

Enfeksiyon kötüleştikçe bağışıklık sistemi bununla savaşmak için ak kan hücreleri üretir. Ne yazık ki ak kan hücreleri, dişlerinizi yerinde tutan yumuşak doku ve kemikleri yok eden enzimler açığa çıkarır ve bunun sonucu olarak dişleriniz gevşekleşir. Eğer tedavi edilmezse, destekleyen kemiğin bozulması sonuçta diş kaybına neden olur.

Ancak bugün PerioChip adıyla bilinen etkin bir tedavi mevcuttur ve bunu doğrudan enfekte olmuş alana uygulanır. PerioChip periodontal hastalık ve bunun doku yok eden etkileri ile, diş etlerinizdeki zararlı bakterilerin adetsını azaltarak savaşır.

PerioChip, bir bebeğin el tırnağı büyüklüğünde biyolojik olarak parçalanabilen bir jelatindir. Enfekte diş dokusunun üzerine doğrudan yerleştirilen bir ilaç olan antiseptik chlorhexidine içerir. Çip parçalandıkça periodontal cebe ilacı bırakır; bunu önce yüksek yoğunlukta, daha sonra da tedavi boyunca kontrollü bir oranda yapar. Antiseptik, enfekte cebin içindeki bakterileri büyük oranda azaltır ve iyileşme sürecini hızlandırır. Antibiyotiklerden farklı olarak PerioChip bakteriyel direnç oluşturmaz; bakterilerin hücre duvarlarını yok ederek çalışır.

Gereksinimlerinize göre bir seansta 8 kadar PerioChip yerleştirilebilir. PerioChip tedavisini genellikle ölçekleme ve kök yüzeyi temizlemesi yaptırdıktan sonra önerilirve bundan sonra her 3-6 ayda bir, periodontal ceplerin derinliği 5 milimetre ve daha fazla düzelinceye kadar devam edilir. Antibiyotik içeren diğer tedavilerden farklı olarak PerioChip, her 3 ayda bir 24 ay boyunca uygulanabilir.

PerioChip periodontal hastalık için bir çare değildir ve, eğer tedavi edilmeden bırakılırsa kaybedilebilecek destekleyici kemiğin yerine kullanılamaz. Bunu yaptırmanıza rağmen günlük oral hijyeninize çok önem vermelisiniz ve diş hekiminizi profesyonel temizlik için her 3-4 ayda bir ziyaret etmelisiniz. Ancak, genel periodontal terapinizin bir parçası olarak kullanıldığında PerioChip kemiğin ve bağ dokusunun daha fazla yok edilmesini engellemeye yardımcı olur.

Ağız kokusu hastalık habercisi!

İnsanları oldukça rahatsız eden ve önemsenmiyor gibi görünse de büyük bir sorun olan ağız kokusu, hastalık habercisi...

Birçok insan sabah ilk uyandığında az da olsa ağız kokusu sorunu yaşıyor; bunun nedeni ağzı temizleyen normal fizyolojik mekanizmaların uyurken etkin olmamasıdır. Kısa süreli ağız kokusu önemli bir durum olmamakla birlikte ağızda veya boğazdaki bir sorunla ilgili olabilir. Bazı durumlarda ise, sürekli ve içten gelen ağız kokusu vücut sistemlerindeki ciddi hastalıklardan ileri gelebilir.

Ağız kokusu ve ağız kokusuna neden olan bazı hastalıklar:


•    Geçici ağız kokusu kolaylıkla farkedilebilen bir durumdur. Sigara içmek, içki içmek, sarımsak ya da soğan gibi yiyecekleri yemek ağız kokusuna neden olur.
•    Dişlerdeki çürük sorunu ağız kokusunun en yaygın nedenlerindendir. Yetersiz diş temizliği, çürük diş, dişeti iltihabı, ağız ya da boğaz enfeksiyonu diğer etkenlerdir.
•    Sürekli ağız kokusu; öksürme, balgam, ateş ve baş ağrısı gibi belirtiler görülüyorsa sinüzit olasılığı düşünülebilir. Solunum sisteminde ölü salgıların birikmesi ve akciğer hastalıklarından meydana gelen solunum yolu enfeksiyonları da ağız kokusuna neden olabilir.
•    Nefeste tatlı meyve tadında bir aseton kokusu hissiyle birlikte aşırı susuzluk, idrar miktarında artma, zihin karışıklığı gibi belirtiler eşlik ediyorsa şeker hastalığına dikkat! Kontrol edilemeyen 1. Tip şeker hastalığı riski taşıyor olabilirsiniz.
•    Sürekli ağız kokusunun yanı sıra nefeste amonyak kokusu alıyorsanız; iştahsızlık, kilo kaybı, kaşıntı, baş ağrısı, huzursuzluk, hıçkırık, deride morluk, burun kanaması, uyku hali, mide bulantısı ve kusma, istem dışı kasılmalar, kas seğirmesini içeren sorunlar yaşıyorsanız Kronik Böbrek Yetmezliği düşünülebilir.
•    Sürekli ağız kokusu; nefeste balık ya da küf kokusu olarak tanımlanabilecek bir durum yaşıyorsanız ve bunun yanında aşırı yorgunluk, kilo kaybı, sıvı birikimi, sarılık gibi rahatsızlıklar var ise ya hızla ilerleyen akut bir durumu, ya da bir karaciğer sorunu ile karşı karşıya olabilirsiniz.
Ağzınız size sağlığınız ile ilgili haberler veriyor olabilir. Nefesinizin kokusunu test etmek için, elinizi yalayıp salyanızı koklayın ya da bir yakınınza sorun. Birinin nefesi kötü kokuyor ve siz bunu karşınızdakine söyleyemiyorsanız aslında onun sağlığını tahlikeye atmış olduğunuzu unutmayın.

Bipolar bozukluk belirtileri nelerdir?

Manik depresyon olarak da bilinen bipolar bozukluk hastalığı, kişinin enerjisinde, düşücelerinde ve davranışlarında ciddi bir geçiş yaşamasına sebep olan, kısaca iyi durumdan kötü duruma ya da kötü durumdan iyi duruma geçmesi sorunudur. Genellikle bipolar bozukluk hastalarında anlık geçiş sürecinden daha çok günler, haftalar veya aylar süreni husule gelmektedir. Bu rahatsızlık meydana geldiği zaman kişinin ruh sağlığında yaşadığı değişimler fonksiyon yeteneğini de etkileyebilecek bir düzeyde görülebilmektedir.

Bipolar bozukluğun belirtileri

Bipolar bozukluk hastalığında belirtiler şöyledir:

Hasta bir anda yapmış olduğu bir işi bırakabilir. Kredi kartına aşırı yüklenerek limitini ciddi derecede aşacak alışveriş yapabilir. Günlük iki saat uykunun kendine yeterli geldiğini düşünebilir ya da tam tersi ne kadar uyursa uyusun kendini çok yorgun hissedebilir. Kendisinden nefret edebilir. İşsiz ise bu durum onu çok kötü etkiler. Borcu varsa ödeyemeyeceğini düşürür, umutsuz olur.

 

Bipolar bozukluk belirtileri kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bazı hastalarda şiddetli belirtiler ortaya çıkabilir, sık sık tekrarlanan duygu durumları görülebilir ya da tam tersi kısa süren belirtiler meydana gelebilir.

]]>

Depresyon çeşitleri nelerdir?

Psikolojik bir rahatsızlık olan depresyon, kişiden kişiye değişen semptomları ile günümüzde sıkça görülen bir rahatsızlık olmakla birlikte, çeşitli türleri ile insanların ruhsal durumunu etkilemektedir. Duygu durumunu olumsuz etkileyen depresyon hastalığı, aynı zamanda kişinin fiziksel ve bedensel sağlığını da bozmaktadır. Uzun süreli stres, sıkıntılı bir durum, ruhsal çöküntü, her şeyden sıkılma, hayattan zevk almama, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı düşüncesi, karamsarlığa kapılma, geleceğe yönelik hiçbir beklenti ve ümidin kalmaması gibi durumlar depresyonun çeşitlerine göre kişilerde husule gelmektedir.

Depresyon çeşitleri

 

Majör depresyon (Ağır geçen depresyon)
Minor depresyon (Hafif geçen depresyon)
Kronik depresyon (Hafif ama uzun süre seyreden depresyon)
Klinik depresyon (Hastanede yatılı tedavi görmesi gereken ağır depresyon)
Manik depresyon ( Bipolar bozukluk)
Mevsimsel depresyon ( Mevsim geçişlerinde ortaya çıkan geçici depresyon)
Psikotik depresyon ( Gerçek dünyadan hafif kopuk depresyondur. Genellikle şizofreni ile karıştırılır.)

Depresyonun çeşitleri

]]>

Depresyonun 10 belirtisi

Majör, minor, kronik, klinik, mevsimsel, psikotik ve manik gibi çeşitleri bulunan depresyon hastalığında, kişinin yaşamış olduğu semptomlara göre hangi depresyon türüne yakalandığı kolaylıkla anlaşılmaktadır. Depresyon hastalığı kişiden kişiye değişen belirtilere kendini gösteren bir hastalık olsada, genel belirtiler hemen hemen aynıdır. Depresyonun belirtilerinden bir ya da bir kaçını hissetmeye başladığınızda, eğer bu belirtileri 2 haftadan uzun sürüyorsa profesyonel bir yardım alın.

Depresyon hastalığı belirtisi

Depresyonun 10 belirtisini sizlerle bu yazımızda paylaştırk. Bu belirtilerden birkaçını aynı anda iki haftadan uzun süredir yaşıyorsanız ve bu sorunlar günlük yaşantınızın aksamasına sebep olduysa, geç kalmadan tıbbi yardım alın. İşte depresyon hastalığının 10 belirtisi:

Aşırı öz güven azalması Uyku düzensizliği Yeme düzensizliği ve iştahsızlık Hızlı kilo kaybı veya kilo alma Duygu kontrol bozuklukları Algı ve anlayış düzeyinde düşmeler Hayattan ve hobilerden zevk almama Acı ve ağrıya karşı hassasiyet artışı Cinsel isteksizlik ve halsizlik Hafıza ve konsantrasyon azalması

Ayrıca bu belirtilerin yanı sıra sürekli intihar etmeyi düşünüyorsanız ve intihara teşebbüs etmeye meyilliyseniz, tıbbi tedaviye acilen başvurmalısınız.

]]>

Facebook depresyonu nedir?

Depresyon çeşitleri arasına yeni bir depresyon türü daha eklendi, facebook depresyonu… Evet yanlış duymadınız facebook depresyonu. Son dönemlerde sosyal medyanın fenomenin olan facebook büyük küçük birçok kişi tarafından aktif olarak kullanılmaktadır. Yorumlar, sohbetler, gruplar, çeşitli sayfalar, resimler, oyunlar derken facebook hayatın vazgeçilmezleri arasında yer aldı. Facebook’u takıntılı olarak kullananlarda görülen facebook depresyonu, aynı zamanda sosyal çevresi olmayan, kendilerine öz güveni olmayan, gerçek hayatta arkadaş edinmekte zorlananlarda da husule gelmektedir.

Facebook depresyonu

Gerçek hayatta bir takım şeylerden yoksun olan, kişilerle iletişim kurmakta zorlananlar facebook üzerinden kendilerine yeni arkadaşlar edinme yoluna gittikleri gibi, gerçek hayatta ki arkadaşlarından facebookta ilgi görmedikleri zaman, gerçek hayatta ki ilgileri de yok olup gidiyor. Kişi böyle bir durumda yalnızlık, öz güven eksikliği, mutsuzluk yaşıyor ve nihayetinde facebook depresyonuna yakalanıyor.

Facebook depresyonu gençleri ve çocukalrı çoktan sarmış durumda. Hayatınızın önemli bir anını facebook kaplıyorsa, facebooka girmeden gününüz geçmiyorsa, sürekli facebookta oluyor, paylaşımlarda bulunuyor, her çektiğiniz fotoğrafınızı facebookta yayınlıyor ve buna benzer davranışlar sergiliyorsanız facebook depresyonu olmuş olabilirsiniz.

]]>

Depresyon testi çöz!

Depresyonda olup olmadığınızı kendi kendinize anlamanıza yardımcı olacak depresyon testini, sizler için sayfamızda paylaşıyoruz. Depresyonda olduğunuza dair şüpheleriniz varsa, depresyon testindeki sorulara doğru yanıt vererek bunu kolay bir şekilde anlayabilirsiniz. Son dönemlerdeki ruh halinizi, yaşadıklarını, hislerinizi, yaşama bakış açınızı göz önünde bulundurarak, bu soruları yanıtlayın.

Depresyon testi, son birkaç gündür olan durumunuz doğrultusunda çözülürse doğru sonuç verir. Geçen seneki ruh halinize göre soruları yanıtlamanız ya da yanlış ve karamsar cevap vermeniz, testin yanlış çıkmasına sebep olacağını unutmayın. İşte uzmanların önerdiği depresyon testi.

Depresyon testi

Depresyon Testi Soruları

 

Testteki her soruda sizin için en uygun olanını seçiniz.

Soru 1

0. Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissetmiyorum.
1. Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissediyorum.
2. Hep üzüntülü ve sıkıntılıyım. Bundan kurtulamıyorum.
3. O kadar üzüntülü ve sıkıntılıyım ki artık dayanamıyorum.

Soru 2

0. Gelecek hakkında mutsuz ve karamsar değilim.
1. Gelecek hakkında karamsarım.
2. Gelecekten beklediğim hiçbir şey yok.
3. Geleceğim hakkında umutsuzum ve sanki hiçbir şey düzelmeyecekmiş gibi geliyor.

Soru 3

0. Kendimi başarısız bir insan olarak görmüyorum.
1. Çevremdeki birçok kişiden daha çok başarısızlıklarım olmuş gibi hissediyorum.
2. Geçmişe baktığımda başarısızlıklarla dolu olduğunu görüyorum.
3. Kendimi tümüyle başarısız biri olarak görüyorum.

Soru 4

0. Birçok şeyden eskisi kadar zevk alıyorum.
1. Eskiden olduğu gibi her şeyden hoşlanmıyorum.
2. Artık hiçbir şey bana tam anlamıyla zevk vermiyor.
3. Her şeyden sıkılıyorum.

Soru 5

0. Kendimi herhangi bir şekilde suçlu hissetmiyorum.
1. Kendimi zaman zaman suçlu hissediyorum.
2. Çoğu zaman kendimi suçlu hissediyorum.
3. Kendimi her zaman suçlu hissediyorum.

Soru 6

0. Bana cezalandırılmışım gibi geliyor.
1. Cezalandırılabileceğimi hissediyorum.
2. Cezalandırılmayı bekliyorum.
3. Cezalandırıldığımı hissediyorum.

Soru 7

0. Kendimden memnunum.
1. Kendi kendimden pek memnun değilim.
2. Kendime çok kızıyorum.
3. Kendimden nefret ediyorum.

Soru 8

0. Başkalarından daha kötü olduğumu sanmıyorum.
1. zayıf yanların veya hatalarım için kendi kendimi eleştiririm.
2. Hatalarımdan dolayı ve her zaman kendimi kabahatli bulurum.
3. Her aksilik karşısında kendimi hatalı bulurum.

Soru 9

0. Kendimi öldürmek gibi düşüncelerim yok.
1. Zaman zaman kendimi öldürmeyi düşündüğüm olur. Fakat yapmıyorum.
2. Kendimi öldürmek isterdim.
3. Fırsatını bulsam kendimi öldürürdüm.

Soru 10

0. Her zamankinden fazla içimden ağlamak gelmiyor.
1. Zaman zaman içindem ağlamak geliyor.
2. Çoğu zaman ağlıyorum.
3. Eskiden ağlayabilirdim şimdi istesem de ağlayamıyorum.

Soru 11

0. Şimdi her zaman olduğumdan daha sinirli değilim.
1. eskisine kıyasla daha kolay kızıyor ya da sinirleniyorum.
2. Şimdi hep sinirliyim.
3. Bir zamanlar beni sinirlendiren şeyler şimdi hiç sinirlendirmiyor.

Soru 12

0. Başkaları ile görüşmek, konuşmak isteğimi kaybetmedim.
1. Başkaları ile eskiden daha az konuşmak, görüşmek istiyorum.
2. Başkaları ile konuşma ve görüşme isteğimi kaybettim.
3. Hiç kimseyle konuşmak görüşmek istemiyorum.

Soru 13

0. Eskiden olduğu gibi kolay karar verebiliyorum.
1. Eskiden olduğu kadar kolay karar veremiyorum.
2. Karar verirken eskisine kıyasla çok güçlük çekiyorum.
3. Artık hiç karar veremiyorum.

Soru 14

0. Aynada kendime baktığımda değişiklik görmüyorum.
1. Daha yaşlanmış ve çirkinleşmişim gibi geliyor.
2. Görünüşümün çok değiştiğini ve çirkinleştiğimi hissediyorum.
3. Kendimi çok çirkin buluyorum.

Soru 15

0. Eskisi kadar iyi çalışabiliyorum.
1. Bir şeyler yapabilmek için gayret göstermem gerekiyor.
2. Herhangi bir şeyi yapabilmek için kendimi çok zorlamam gerekiyor.
3. Hiçbir şey yapamıyorum.

Soru 16

0. Her zamanki gibi iyi uyuyabiliyorum.
1. Eskiden olduğu gibi iyi uyuyamıyorum.
2. Her zamankinden 1-2 saat daha erken uyanıyorum ve tekrar uyuyamıyorum.
3. Her zamankinden çok daha erken uyanıyor ve tekrar uyuyamıyorum.

Soru 17

0. Her zamankinden daha çabuk yorulmuyorum.
1. Her zamankinden daha çabuk yoruluyorum.
2. Yaptığım her şey beni yoruyor.
3. Kendimi hemen hiçbir şey yapamayacak kadar yorgun hissediyorum.

Soru 18

0. İştahım her zamanki gibi.
1. iştahım her zamanki kadar iyi değil.
2. İştahım çok azaldı.
3. Artık hiç iştahım yok.

Depresyon Testi Soru 19

0. Son zamanlarda kilo vermedim.
1. İki kilodan fazla kilo verdim.
2. Dört kilodan fazla kilo verdim.
3. Altı kilodan fazla kilo vermeye çalışıyorum.

Soru 20

0. Sağlığım beni fazla endişelendirmiyor.
1. Ağrı, sancı, mide bozukluğu veya kabızlık gibi rahatsızlıklar beni endişelendirmiyor.
2. Sağlığım beni endişelendirdiği için başka şeyleri düşünmek zorlaşıyor.
3. Sağlığım hakkında o kadar endişeliyim ki başka hiçbir şey düşünemiyorum.

Depresyon testiniz bitmiştir. Verdiğiniz cevapların yanındaki rakamları toplayarak, depresyonda olup olmadığınızı anlayabilirsiniz. Eğer toplam 18′in altında çıkarsa endişe yapmanıza gerek yok demektir. 18′e çok yakınsa depresyona girme olasılığınız olduğunu bilmeli ve önlem almalısınız. 18′in üstünde çıkarsa depresyon hastası olmuş olabilirsiniz. Sağlıklı günler…

]]>

Travma sonrası stres bozukluğu nedir?

Doğkırmızı afetler, savaş, kronik ya da akut hastalıklar, terör, tecavüz, taciz,sakatlıklar, işkence, ölüm, ekonomik krizler, işsizlik gibi toplumu derinden etkileyen travmalar, insanın he fiziksel hem de ruhsal dünyasında sarsıcı etki yarattığı için, bu travmalar bir gün atlatılsa bile, travmaya bağlı stres uzun bir süre ortadan kalkamaz.

Kişinin aniden streslenmesi ya da stresi zaman zaman yaşaması travma sonrası stres bozukluğu olarak tabir edilen bir sorun olmaktadır. Korku, dehşet, kaygı, panik yaratan durumlarda kişi bir hayli zorluk çeker ve stresten dolayı da sağlıklı bir şekilde ne yapacağını düşünemez.

Travma sonrası stres

Travma sonrası stres bozukluğu, sadece travmayı yaşayan kişilerde değil, dolaylı olarak travmatik olaylardan etkilenen kişilerde de husule gelen bir sorundur. Yani korku, dehşet, kaygı ve aşırı üzüntü yaratan durumları kişi kendi yaşamasa bile olaya şahit olması yeter.

Travma sonrası stres bozukluğu kişinin yaşadığı olaya, etkilenmesine ve kişinin özelliklerine göre farklı belirtiler göstermektedir. Hatta travmaya bağlı stres bozukluğu belirtileri mevsimden mevsime bile farklılık göstermektedir.

]]>

Trafik stresine çözüm önerileri

Özellikle İstanbul ilinin gece vakitlerinde sıkışan trafiği, trafikte bulunan hemen hemen herkesin sinirden saçını başını yolmaya yeltenmesine sebep olmakta ve bu trafiğe her gün yakalananlarda trafik stresi denilen ruh sağlığı probleminin husule geldiğine rastlanmıştır. Stres, her hastalığın temel sebebi olduğu için, trafik stresi yaşamamanız ve trafikte streslenmemeniz için nelere dikkat etmeniz gerektiğine değindik. Trafikte stres azaltan bu önerileri direksiyon başındayken uyguladığınızda, sıkışan trafiğin olumsuz etkisinden kendinizi ve genel sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Trafik stresine karşı ne yapmalı?

Trafik stresine karşı çözümler

 

Trafikte stresi azaltmanın yollarından birisi, otomobilin içinde esans bulundurmaktır. Özellikle stres anında yasemin esansını solumak şoförlere büyük bir rahatlık vermektedir.

Ayrıca trafikte sürekli şerit değiştirmekte sizi strese sokar. Bunu yapmamalı bulunduğunuz şeritten devam etmelisiniz.

Trafik sıkış diye her gün farklı yollar aramaya çalışmakta sizi strese sokar. Çünkü iş çıkışı ya da işe giderken kullanılan tüm yollar genellikle kapalıdır ve yeni bir yol arayışına girmek hem daha fazla vakit kaybetmenize sebep olur hem de sizi daha çok streslendirir.

Trafik sıkışık olduğunda hemen hemen hepimiz kornaya basarız. Ancak yol kapalıyken kornaya basmanın hiçbir anlamı yoktur. Siz kornaya bastınız diye önünüzde bulunan araç bir yere gidecek değildir. Çünkü onunda önü kapalıdır. Bu yapmak yerine sakin sakin bekleyin.

Radyoda eğlenceli bir program açın. Gülmek, sevilen şarkıları dinlemek ve şarkılara eşlik etmek hem trafiğin gürültüsünü bastırır hem de sizi rahatlatır.

]]>

Savant sendromu nedir?

Savant sendromu bir çeşit zihinsel becerilere sahip olma durumu olarak tanımlanmakta ve bu kişiler bilhassa da matematik, müzik ve görsel alanlarda yeteneklerini sergilemektedirler. Savant sendromu yaşayan hastaların bir çoğu otistiktir. Bu hastalar matematik alanında çok haneli adetların çarpımını kısa sürede yapmakta, duyduğu bir müziği hiç eğitim almadan enstrümanla zorlanmadan hemen çalmakta ya da çok kısa süreliğine görmüş olduğu bir manzarayı aynı şekilde resmetmektedir.

Savant sendromunun neden kaynaklandığı henüz tam olarak açıklanmış değildir. Ancak beynin sol yarım küresinin diğer insanlara göre sıra dışı olmasından kaynaklı olduğu bilinir. Dünyada olağandışı yetenekleri olan savant hastalarının adetsı 50-100 arasındadır.

İşte otistik savant hastası olan Stephen Wiltshire adlı bir ressamın helikopterle sadece 20 dakika New York şehri üzerinde yaptığı gezintiden şehrin kopyasını kısa bir sürede hafızasından çizdiği o resim.

Savant sendromu

]]>

Psikiyatri bölümü hangi hastalıklara bakar?

Ruh hekimliği dalı olarak da bilinen psikiyatri, insanların mütenevvi nedenlerden ötürü yaptıkları normal dışı davranışların sınıflandırmasını yapan ve bu sınıflandırmaya göre davranış dinamiklerini biyopsikososyal olarak açıklayan ve tedavi eden bir bilim dalıdır. Psikiyatri bölümü aynı zamanda insanların davranışları haricinde düşünce ve duygularını da incelemektedir. Bu incelemeler neticesinde hastalığın tanısını koyar ve farklı teknikler kullanarak hastaları tedavi eder. Psikiyatri bölümünün uzman hekimlerine psikiyatrist denir.

Psikiyatri bölümünün baktığı hastalıklar

Psikiyatri bölümünün baktığı hastalıklar

Psikiyatrinin baktığı hastalıklar şunlardır:

Depresyon Gereksiz korkular Sosyalleşme bozukluğu Kekemelik Davranış bozukluğu Uyku bozukluğu Uykusuzluk Huzursuzluk Tedirginlik Anksiyete Bozukluğu(Kaygı bozukluğu.) Sosyal fobiözgül fobi Kişilik bozuklukları Alkolmadde kullanımıbağımlılığı Öğrenme güçlüğü Dikkat eksikliğiHiperaktivite Panik atak Şizofreni İnsominio (Uyku bozukluğu) Davranış bozukluğuna karşı gelen bozukluklar Bipolar bozukluk (İki uçlu duygu durum bozukluğu )(Mani depresyon) Şizoeffektif bozukluk Psikiyatrik hastalıklarda tedaviler Davranış bozukluğuKarşı gelme bozukluğu Mental Retardasyon (Zeka geriliği)

]]>

Ciltteki Lekeler

Güneş ışınlarının etkisi ile oluşan pigment artışı ciltte geniş leke görüntüleri oluşturur. Ayrıca sivilce izleri,hamilelik,aşırı antibiyotik kullanma,yanlış kozmetik ürünleri gibi sebepler ciltte lekelerin oluşmasına neden olmaktadır.

Bitkisel ürünlerle ise lekeler, çeşitli yöntemlerle bir süre içersinde kalıcı sonuçlara ulaşıyor. Aynı zamanda bu bitkisel ürünler uygulanırken ciltte herhangi bir tahriş veya kızarıklık yapmaması avantajdır.3 ay düzenli uygulanan bitkisel peelinglerle ciltte yeniden yapılanma ve lekelerin büyük ölçüde açıldığı gözlemlenir. Kimi lekeler ,sivilce izleri ve benzeri tarzındaki sorunların halledilmesi için üst derinin bir tabaka temizlenmesi zorunludur. Peeling adını verdiğimiz cilt soyma işlemini bitkilerle uygularken kesinlikle cilde aşırı bir uygulama yapılmamalıdır. Cilt yapısına uygun bitkisel kürlerle bu işlem uygulanmalıdır.

Yağlı Ciltler İçin

Öncelikle cilt bitkisel bir temizle jeli ile temizlenmeli,arkasından ince bir tabaka kayısı yağı sürülmelidir. Birer avuç kekik,papatya,limon ve biberiye bitkileri,1/2 Lt. Gülsuyunda,1 taşım kaynatılarak süzülür. Daha sonra 2 avuç yeşil kilin içerisine süzülen bitki ekstresi ile katı bir bulamaç ile oluşturulur.1 kahve kaşığı adaçayı esansı ilave edilir. Hazırlanan bu karışım ile 4 hafta ,haftada bir olmak üzere uygulanır. Bu uygulama sonra bitkisel tonik ve nemlendiricisi sürülmelidir.

Kuru Ciltler İçin

Cilt yapısına uygun bir temizleme sütü ile cilt temizlenmelidir. Arkasından göz altı hariç,tüm cilde avokado veya jojoba yağı sürülüp emilimi beklenmelidir. Birer avuç at kuyruğu,mücver çiçeği,bir parça avakado meyvesi,papatya ve hatmi bitkileri ½ Lt. Gülsuyunda 1 taşım kaynatılarak süzülür. hazırlanan bitki ekstresi,2 avuç toz yosun veya soya unu ile bulamaç yapılarak,içerisine 1 tatlı kaşığı arı sütü ilave edilmelidir. Haftada 1 gün olmak üzere 4 hafta boyunca bu maske uygulaması yapılmalı,daha sonra bitkisel bir onarıcı ürün sürülmelidir.

Ciltte Pigment Değişimleri

Cildimizin rengini, deri hücrelerince üretilen "melanin" pigmenti belirler. Bazen bu renklendirme mekanizmasına bir şey olur ve cildin bir bölgesi çok fazla melanin üreterek rengi koyulur (chloasma).

Bunun tersi de olur; cildin bir bölümünde hiç melanin üretilmeyince orası beyazlaşır. Beyaz bir leke periyodik olarak geliştiğinde "vitiligio" denen hastalığınız var demek olabilir.

Belirtiler

-Deride yavaş yavaş büyüyen ak lekeler,

-Deride koyu kahverengi lekeler.

Chloasma lekeleri en sık yüzde görülür ve pek uzaklara yayıldığı nadirdir. Bunlar en çok hamilelikle veya doğum kontrol hapı kullanmakla bağlantılıdır. Fakat hem kadınlar, hem erkekler, görünüşte hiçbir neden yokken rahatsızlığa tutulabilir.

Vitiligo en fazla 2 ile 30 yaşlarında ilk olarak ortaya çıkarsa da, herhangi bir yaşta başlayabilir. Yüzünüzde, gözlerin yukarısında, veya boyunda, koltuk altı, kasık, el veya dizlerde başlayabilir. Bunlar, çoğunlukla simetriktir ve bütün vücuda yayılabilir. Kalıtım faktörü sıklık-la söz konusudur.

Neden, melanin üreten hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından tahrip edilmesi olabilir; bazı durumlarda tiroid sorunları veya pernisiyöz anemi gibi bağlantılı hastalıklar vardır.

Vitiligo da chloasma da hayatı tehdit etmez. Lekeleri gizlemek için kozmetikler veya cilt boyaları kullanılır. Vitiligo lekeleri güneşte kolayca yandığı için güneş yağı kullanmak gerekir.

Tedavi

Cildin düzenli rengini geri getirmek için repigmantasyon ve depigmantasyon tedavileri yapılır. Vitiligo lekelerinin repigmantasyonu, o bölgeyi lokal veya ağızdan alınan ilaçlarla (psoralen) duyarlı hale getirdikten sonra güneşe veya ultraviyole ışınına tutmakla yapılır. Bu 2 ile 3 yıl süreyle haftada 2-3 kere kullanıldığında 10 kişiden 6 sında işe yarayabilir. Ancak, yan etkileri olabilir.

Depigmantaspyon, chloasma lekelerinin rengini açan veya eğer vitilogonuz varsa geriye kalan cildin rengini açan losyonlar (benoquine veya hydroquinone) kullanarak yapılır.

Cilt Travmaları Hastalığı Tetikliyor

Sanılanın aksine Sedef günümüzde tedavi edilebilen bir hastalık. Ancak tedaviden başarılı sonuç elde edilebilmesi için ciltte travma oluşmasını önlemek şart! Bunun için de bazı kurallara mutlaka dikkat etmek gerekiyor. Örneğin, cildi kese, lif veya fırça ile keselemekten kaçınmak gibi!

Sedef dermatoloji alanında tedavisi en zor olan ve yaygın olarak rastlanan kronik bir cilt hastalığı olarak nitelendiriliyor. Genellikle 20-40 yaş grubunda görülen bu hastalık ülkemizde her yıl yaklaşık 350 bin kişide ortaya çıkıyor. Toplumda Sedef hastalığının tedavi edilmediğine dair yaygın bir inanış var. Oysa sanılanın aksine tıp dünyası bu cilt sorununa karşı çaresiz değil. Günümüzde uygulanan tedaviler sayesinde cilt pürüzsüz bir görünüme kavuşabiliyor. Ancak tedavinin başarılı olabilmesi için hastanın dikkat etmesi gereken bazı önemli kurallar var. Dermatoloji Uzmanı Ahmet Günay, tedavi sürecinde özellikle cilt travmalarından kaçınılması gerektiğine dikkat çekerek, “Bunun için de hastaların banyoda ciltlerini kese, fırça veya lif ile keselemek ya da tırnaklama yoluyla kabuklardan kurtulmaya çalışmak gibi önemli bir hataya düşmemeleri gerekiyor. Çünkü bu durumda cildin yapısı bozuluyor ve tedavinin başarı şansı düşüyor” diyor.

Birkaç Tipte Ortaya Çıkıyor

Sedef hastalığı birkaç gruba ayrılıyor. Hastalık en çok kırmızı bir zemin üzerinde birkaç milimetre büyüklüğünden birkaç santime kadar uzayabilen sedef rengi pullarla kendini gösteriyor. Kaşıntı ve kuruluk hissi hastalığa eşlik eden diğer belirtileri oluşturuyor. Daha nadiren el ve ayakları tutan ve birkaç mili”metre çapında olan su kabarcıkları şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Bir başka tip Sedef hastalığı da tüm vücutta kızarıklık ve kepeklenmeyle gelişiyor. Sadece tırnaklarda sararma ve tırnak yüzeyinde düzensizleşme ya da çizgilerle görülen tipi de oluyor. Sedef hastalığının şiddeti ise kişiden kişiye değişiyor. Bazı hastalarda sadece bir noktada ya da vücudun çeşitli alanlarında küçük plaklar halinde ortaya çıkarken, bazı hastalarda ise çok geniş alanları etkileyebiliyor, hatta ilerlediğinde tüm vücudu kaplayabiliyor.

Eklemleri Tuttuğunda Şiddetli Ağrılara Neden Olabiliyor

Sedef hastalığı iç organları genellikle tutmuyor. Ancak tırnaklarda ve küçük eklemlerde sıkça görülüyor. Bu durumda tırnakların görünümünü bozabiliyor. Genellikle el ve ayaklardaki küçük eklemleri tutsa da diğer eklemleri de etkileyebiliyor. Bunun sonucunda şiddetli ağrılar ortaya çıkıyor.

Kesin Nedeni Bilinmiyor

Genetik olarak yatkın olan kişilerde hastalık enfeksiyon, stres veya cilt travmaları gibi nedenlerle ortaya çıkabiliyor. Ancak sedef hastalığının kesin nedeni bilinmiyor. Yakın zamana kadar hastalığın oluşumunda sadece psikolojik faktörlerin rol oynadığı düşünülüyordu. Ancak stres hastalığın ortaya çıkmasını tetiklerken, hastalığın oluşumu da stresi artıyor. Yani bir nevi kısır döngü oluşuyor. Son yıllarda yapılan çalışmalarda sedefin bir bağışıklık sistemi hastalığı olduğu yolunda önemli kanıtlar elde edildi. Genetik ve hormonal olduğu konusunda çalışmalar yapılsa da henüz anlamlı sonuçlar elde edilemedi.

Cilt 1 Ay Yerine 4 Günde Olgunlaşınca…

Hücreler ürer, olgunlaşır ve ardından da pul halinde dökülürler. Sağlıklı kişilerde vücudun en dış yüzeyinde bulunan hücreler yaklaşık bir ayda olgunlaşıyor. Ancak banyoda cilde kese yapmak, güneş yanığı ve böcek sokmaları gibi ciltte travma oluşturan çeşitli tetikleyici faktörler veya başka nedenler Sedef hastalığına yatkın olan kişilerde hücresel düzeyde zaten mevcut olan bir bozukluğu uyararak bağışıklık sistemini aktive ediyor. Cilt hücrelerinin çoğalması uyarılıyor ve yaklaşık bir ay olan normal olgunlaşma süreci 3-4 güne kadar iniyor. Bunun sonucunda hücreler dökülmüyor, üst üste birikiyor ve kızarıklık ile sedef rengi kabuklanmalar şeklinde hastalığa özgü cilt belirtileri ortaya çıkıyor.

Tedavi İle Pürüzsüz Bir Cilde Kavuşmak Mümkün!

Tedavinin şekli hastanın yaşına, genel sağlık ve psiko-sosyal durumuna, sedefin tipine ve tutulum yerine göre belirleniyor. Dermatoloji Uzmanı Ahmet Günay, toplumdaki yaygın inanışın aksine Sedef hastalığının başarıyla tedavi edilebildiğini belirterek şunları söylüyor: “Günümüzde uygulanan yöntemlerle ciltteki lezyonlar ortadan kaldırılabiliyor veya hafifletilebiliyor. Ancak sedef kronik bir hastalık olduğu için zaman zaman tekrarlayabiliyor. Bu nedenle atakların sıklığı ve süresine göre tedavinin çeşitli zaman dilimlerinde tekrarlanması gerekiyor.”

Dermatoloji Uzmanı Ahmet Günay, Sedef hastalığında başvurulan yöntemleri şöyle sıralıyor:

Kremler: Özellikle birkaç bölgeyle kısıtlı sedefi olan hastalarda uygulanıyor. Kabukların dökülmesi ve kızarıklığın geçmesi amacıyla uygulanan krem tedavisinden genellikle başarılı sonuçlar elde ediliyor. Ancak ilaç bırakıldığında belirtiler bir süre sonra tekrarlıyor ve yöntemin yinelenmesi gerekiyor.

Puva Ultraviyole Işınları: Ufak noktalar halinde dağınık yerlerde olan veya vücudunun geniş alanına yayılmış ya da lokal tedaviye dirençli olan hastalarda başvuruluyor. Seanslar halinde uygulanan bu yöntemde hasta tedavi edici etkiye sahip ultraviyole ışını veren bir cihaza maruz bırakılıyor. PUVA ultraviyole ışınlarından yüz güldürücü sonuçlar alınıyor. Ancak tedavi bırakıldığında hastalık bir süre sonra tekrarlıyor.

İlaçlar: Sedef bağışıklık sistemi hastalığı olduğu için ağır tırnak ve eklemleri tutan hastalara bu sistemi etkileyen ilaçlar uygulanabiliyor. İlaçlar dermatoloji hekimi kontrolünde gerekli dozda, gerekli testler yapıldığı takdirde güvenle ve yan etki olmadan kullanılabiliyor. Süresi 2 ay ile 1 yıl arasında değişen tedavinin zaman zaman tekrarlanması gerekebiliyor.

Tetikleyen faktörler neler?

• Güneş yanığı,

• Stres,

• Obezite,

• Kesiler ve cerrahi girişimler gibi cilt travmaları

• Üst solunum yolu enfeksiyonları ve bağışıklık sistemini etkileyen enfeksiyonlar,

• Kalsiyum eksikliği, olağandışı vitamin D seviyeleri,

• Bazı tansiyon ilaçları veya ağrı kesiciler,

• Sigara ve fazla alkol tüketimi.

Bu tür tetikleyici faktörler ortadan kaldırıldığında hastalık yatışıyor ve daha hafif seyrediyor.

CİLT SAĞLIĞINDA IŞIK

Sedef hastalığı tedavisinde çok çeşitli yöntemler kullanılmaktadır.

Tedavi şekli; hastalığın çeşidi ve şiddeti, bulunduğu alan, hastanın yaşı ve sağlık durumu dikkate alınarak seçilir.

Ultraviyole, sedef hastalarının şikayetlerini azaltabilir. Orta ve şiddetli sedefi olan,, lokal ilaç tedavisine cevap vermeyen veya bu tedavi için çok yaygın hastalığı olanlarda uygulanabilir.

Güneş ışığı ve suyun sedef hastalarında faydası uzun zamandır bilinir. Ancak kontrolsüz güneşlenmek hastalara zararlı da olabilmektedir. Güneş yanığı hastalığın artmasına neden olabilir.

Özellikle aleni tenli kişilerde ultraviyole deri kanseri riskini arttırmaktadır.

Ultraviyole ışık kaynakları, güneş ışıklarından ultraviyole A ve B nin tedavi amaçlı kullanılması için geliştirilmiş yapay cihazlardır. Böylece ultraviyole, kontrollü ve düzenli bir şekilde doktor tarafından uygulanabilir. Ultraviyole, sedef hastalarında yüksek olan deri hücrelerinin gelişme hızını azaltır.

UvA (PUVA)

Psoralen içeren ilacı içen hastaya ultraviyole A tedavisi uygulanır. Psoralen gözün lens kısmında birikeceğinden hastalar tedavi alırken güneş batıncaya kadar UvA geçirmeyen güneş gözlükleri kullanmalıdır.

UvB

UvB tedavisi güvenilir ve etkilidir. Ağızdan ilaç alınması gerekmez. Seanslar halinde uygulanır.

BClear - Sedef hastalığı tedavisinde son sistem

B Clear; Sedef hastalığı tedavisinde kullanılan ileri teknolojiyle geliştirilmiş yeni bir UvB cihazıdır. Fiber optik iletim sistemine sahiptir. Böylece normalde kabin tedavisi şeklinde uygulanan ultraviyole tedavisinin sadece hastalıklı bölgelere uygulanmasına olanak sağlar. Hastalıklı alanlarda yüksek dozlar kullanılarak tedavi seansları azalır. Sağlıklı cilde ışık verilmediğinden bu alanlarda yan etki olmaz.

Dr.Canan SAVAŞ

Cilt Hastalıkları Uzmanı

drcanansavas@kozmed.com

KOZMED LAZER MERKEZLERİ

www.kozmed.com

Cildinize Sonbahar Temizliği...



Kışın soğuk günleri hızla yaklaşıyor. Güneş, kum, deniz, tatil derken aynalardan epey uzak kaldınız. Yaz günlerinde yaşadığınız rehavetin ardından hem kendinizi hem de cildiğinizi kış aylarının zorlu koşullarına hazırlamaya başlamanın tam vakti.

Hazırlıklara öncelikle evde yapabileceğiniz rutin bakım uygulamalarıyla başlayın. İşte size Estetik Medikal Hekimi, Estetik Koçu ve Beslenme Danışmanı Alp Mamak’tan cilt bakımıyla ilgili öneriler ve minik sırlar...

Cilt bakımının temelinde, cildinizi tanımanız yatıyor. Cildiniz o anda yağlı, normal, karma cilt tipi olabilir veya kuru, hassas ve güneşten etkilenmiş olabilir. Unutmayın ki cilt tipiniz değişkenlik gösterebilir ya da mevsimsel etkilerle aynı zamanda hem kuru hem de güneşten zarar görmüş olabilir. Bu konuda yanılmamak için en iyisi bir doktordan yardım almak; böylelikle hem cildinizi tanımış olur hem de doğru ürünleri seçerek doğru bakımı yapabilirsiniz. Cildinizi tanıdıktan sonra sıra geldi bakım aşamalarına... Cildinizi kışa hazırlayacak temel cilt bakımı “temizlik”, “soyma”, “nemlendirme” ve “güneşten koruma” olmak üzere dört basamaktan oluşuyor.

Temizlik (Kirden arındırma) : Sürekli makyaj, hava kirliliği, rüzgarın getirdiği toz tanecikleri veya bulunduğunuz ortamdaki havalandırma sistemi nedeniyle yoğun kirlenmeye maruz kalan cildiniz için temizlik çok önemli. Krem ve jel tarzı yüz temizleyiciler iyi bir seçim olacaktır. Eğer cildiniz çok yağlı ve akneye yatkın değilse sabun tarzı temizleyicilere yönelmeyin, çünkü cildinizi aşırı kurutabilirsiniz. Suyla temizlemeye gerek bırakmadan sür-sil tarzı kremler olsa da porları düzenlemesi ve cildi kirden tam arındırması için mutlaka yıkama içeren bir ürünü tercih etmeniz yerinde olur. Yüz yıkarken ılık su kullanmak da yine önemli bir nokta, asla sıcak veya soğuk su kullanmayın. Eğer size hissettirdiği ferahlığı seviyorsanız tonikleri de cilt bakımında kullanabilirsiniz. Cilt ve makyaj temizleme toniği olarak gülsuyu kullanabilirsiniz, gözeneklerinizin daha iyi göründüğünü farkedeceksiniz.

Soyma (Derinlemesine Temizlik) : Derinlemesine temizlik, haftalık cilt bakımınızda yer alması gereken işlemlerden biri. Erkeklerde cilt sarkmasının ve lekelerin daha az olmasının yanısıra ciltlerinin de daha nemli kalmasının en önemli nedenlerinden biri her gün traş olarak bir anlamda cilt soyma işlemi yapıyor olmaları. Sizin de haftalık olarak yapacağınız soyma işlemi uzun vadede cildinizin daha nemli ve parlak olmasını sağlar, yaşlanma sürecini hücreleri yenileme yönünde uyararak geciktirir. Retinoic asit türevleri, kimyasal peeling ve mikrodermabrazyon gibi bir çok yolla soyma uygulamaları yapabilirsiniz. Haftada bir uygulama ile cildinizde gerçek bir fark yarattığınızı göreceksiniz. Cilt yüzeyinizdeki ölü hücreler temizlenecek ve çok daha canlı bir görüntü elde edeceksiniz.

En kolay uygulayabileceğiniz yöntem mikrodermabrasyon. İnce granüller içeren jeller ve kremler iyi bir seçim olacaktır. İnce granüller içeren jeller ve kremleri tercih etmenizde yarar var, çünkü büyük granüller ciltte yırtılmalara neden olabilir. Ayda bir kez doktorunuza uğrayarak uygulatabileceğiniz kimyasal peelingler yaklaşık beş yaş daha gençleşmenizi sağlayabilir. Ayrıca, doktorunuza reçete ettirerek kullanabileceğiniz A vitamini türevleri olan retinoik asitleri de çok kısa sürede cilt renginizi düzenleyerek kollajen üretiminizi destekleyecektir. Mucizevi etkileri olan retinoik asit türevlerini uygulamak için sonbahar tam zamanı.

Nemlendirme : Ne kadar nemlendirmenizi gerektiğini size en iyi cildiniz söyleyebilir. Eğer gerginleşmeye başladıysa ciddi bir nem azlığı sözkonusudur. İnce bir tabaka halinde yaşınıza ve cildinize uygun bir nemlendirici kullanın. Eğer menapoz etkileri kendini gösterdi ise bitkisel östrojen destekleyici ürünler içeren kremleri de tercih edebilirsiniz.

Ağız çevresi, göz altı, dudak ve boyun bölgesinin çok daha ince bir yapıda cilde sahip olduğunu unutmayın. Göz altları gibi az yağ dokusuna sahip olan bu bölgeleri özellikle desteklemelisiniz; kimse genç görünen bir yüzde solgun dudaklar ve yaşından büyük görünmesine neden olan boyun ve dekolte bölgesine sahip olmak istemez.

Güneşten koruma : Ciltte oluşan kırışıklıkların, cilt lekelerinin en önemli nedeni güneş... Kışın hatta kapalı havalarda bile güneş koruyucu kullanmanız cildinizi korumak için son derece faydalı olacaktır. En basit olarak, bir nemlendiriciyi sabah-gece uyguladıktan sonra sabahları en az 15 SPF içeren bir güneş koruyucunun ince bir tabaka halinde cildinize yumuşak hareketlerle yedirin ve her iki saatte bir bunu yenileyin. Makyaj üstüne uygulama yapmak isterseniz sprey tarzı bir güneş koruyucu da kullanabilirsiniz.

Dr. Alp Mamak, rutin cilt bakımını önerilerine bir de yine evde uygulayabileceğiniz pratik maske ekliyor. Cildinizi ılık suyla ıslattığınız bir havlu ile dinlendirin ve porlarınızı açın. Ardından cildinize bal sürerek yaklaşık 15 dakika bekletip sonra ılık su ile yıkayın. Bu maskeyi de haftada bir uygulayın. Işıldayacaksınız!

Cildiniz kışa hazır mı?



Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte cilt rahatsızlıklarının görülme sıklığı artıyor. Soğuk, rüzgâr ve düşük nem oranı gibi etkenler cildimizin normalin üzerinde hızla gerilip, çatlamasına neden oluyor. Bu nedenle cildimiz, diğer mevsimlere göre daha özel bakımlara ihtiyaç duyuyor.

Bir yandan soğuk ve kuru hava, diğer yandan yağan kar ve buzlardan yansıyan bol ışık cildimizi risk altına alıyor. Kuru ve soğuk havadan ilk etkilenen cilt kısmı ise dudaklarımız oluyor. Kuruma ile ortaya çıkan çatlak dudaklar ve pürüzlü eller kış aylarında cilt bakımının önemini daha da belirgin hale getiriyor.

Estetik Direktörü Ayşe Bocan özellikle soğuk havalarda görülen ve cildin pul pul dökülmesine sebep olan cilt kuruluğundan kurtulma yolları hakkına pratik çözümler sunuyor;

• Aşırı sıcak su ile yıkanmak yerine ılık suyu tercih edin.

• 15 dakikadan fazla duş almayın.

• Banyodan sonra cildinize nemlendirici sürün.

• Bitkisel özlü nemlendiricileri seçin.

• Alkollü kozmetik ürünlerini tercih etmeyin.

• Gerekli durumlarda günde cildinize iki kere nemlendirici sürün.

Vitamin Eksikliği Cildimizi Nasıl Etkiler?

Özellikle A, C, E ve F vitaminleri bakımından eksik beslenme, cildin yenilenme hızını yavaşlatıyor. Bu durumda cilt içerisinde nemi bol genç hücreler yerine nemi az yaşlı hücreler beliriyor. Cildin ihtiyacı olan vitaminleri karşılayabilmek için vitamin oranı yüksek meyve ve sebzeler tüketmeye çalışın.

Ceviz: zayıf saçların ilacı

Sağlıklı Beslenme Uzmanı Dr. Dilek Polat, kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyan doymamış yağ asitlerini yüksek düzeyde içeren cevizin, kolesterol birikimini ve damar sertliğini önleyici etkisinin halk arasında artık daha iyi bilindiğini, bu nedenle damak zevkinin yanı sıra, birçok insanın sağlık nedenleriyle ceviz tüketmeye başladığını söyledi.

Dr. Polat, saç dökülmesine ve saçlarının yeterince canlı olmadığını düşünenlere cevizin kuru ve yaş kabuğunu önerdi. Polat, 20 tane cevizin sert kabuğunu 1 litre suda 10-15 dakika kaynatarak elde edilen suyun saç durulamasında kullanılması durumunda, saçların dökülmesinin son bulacağını belirtti.

Taze cevizin yeşil kabuğunun az suyla kaynatılması sonucu macun elde edileceğini anlatan Polat, bu macunun da saç maskesi olarak kullanılabileceğini kaydetti. Sağlıklı yaşamak ve beslenmek isteyenlerin mutfaklarından cevizi eksik etmemeleri gerektiğini ifade eden Dr. Polat, şu bilgileri verdi:''8 tane cevizi bir bardak suda 2 gün bekletin. Günde iki ceviz olmak üzere tüketin ve cevizleri içinde beklettiğiniz suyu da için, 4 günlük kür sonunda ne kadar dinlenmiş hissettiğinize şaşıracaksınız."

Bal Yaralara Merhem Oluyor

Pek çok yararı olduğu bilinen balın, iltihaplanmış yaraların tedavisinde antibiyotiğin yerini alabileceği bir kez daha ortaya çıktı.

İtalyan La Stampa gazetesinin internet sitesinde yayımlanan habere göre, bir grup bilim adamı, Yeni Zelanda'da yetişen manuka ağacının çiçeklerinden üretilen balın, içerdiği doğkırmızı antibiyotik sayesinde enfeksiyon kapmış yaraların tedavisinde kullanılabildiğini ortaya koydu.

Bilim adamları, antibiyotiğe direnç gösterilen tüm durumlarda kullanılabileceği belirtilen bu bal türünün yan etkisinin olmadığını, içerisindeki düşük ph değeri sayesinde ölü derinin yenilenmesine yardımcı olduğunu ve yaraların iyileşmesini hızlandırdığını kaydetti.

Aşırı Terleme Hastalığı (hiperhidrozis) Tedavisi

Kış aylarında bile günlük yaşamı çekilmez hale getiren el, kol ve koltuk altı bölgelerindeki aşırı terleme bozukluğu, yarım saatlik basit bir cerrahi müdahaleyle ortadan kaldırılmaktadır.

Kişinin günlük aktivitelerini olumsuz etkileyip psikolojik sorunlara yol açarak toplumdan uzaklaştırabilen bir hastalık olan hiperhidrozis, yani aşırı terleme bozukluğundan cerrahi müdahaleyle kalıcı olarak kurtulmak mümkündür. Botoks, iontoferez gibi tedavi yöntemlerinin, el, ayak, koltuk altı, sırt ve yüz kısmındaki aşırı terleme sorununu tamamen çözemez, geçici süre azaltabilir. Ayrıca bu tedavilerin kısa ve orta vadede tekrarlanması gerekmektedir.

Guatr, obezite, bazı metabolik hastalıklar ve bunların tedavisi için kullanılan bazı ilaçlar, sempatik sinirlerdeki aktiviteyi arttırarak vücudun el, ayak, sırt, koltuk altı ve yüz bölgesinde aşırı terlemeye neden olabilirler. Ancak bu gibi durumlar dışında meydana gelen aşırı terlemeye hiperhidrozis (aşırı terleme bozukluğu) teşhisi konulmaktadır. Hastalık, vücutta ter bezlerini kontrol eden sempatik sinir sistemi aktivitesinde artış ile ortaya çıkmaktadır. El ve ayaklarda daha yoğun olan terlemenin belirtileri, özellikle heyecanlı kişilerde, genç ve orta yaş grubunda daha fazla görülmektedir.

Genellikle aşırı terleme şikayeti olan hastalara çeşitli testler yapılarak organik rahatsızlıklarla ilişkisi araştırılır, herhangi bir ilişki tespit edilemediği zaman da bu hastalar psikiyatrik ve psikolojik takibe alınırlar. Bu durumdaki hastalar, toplumsal anksiete, sosyal fobi gibi tanılarla uzun süre ilaç tedavisi görürler. Bu tedavilere rağmen, aşırı terlemenin belirtileri ortadan kaybolmamaktadır. İşte bu tip hastalar tipik hiperhidrozis hastalarıdır. Basit birkaç test yapılarak bu teşhis kolaylıkla ortaya konulabilir.

Aşırı terleme hastalığının cerrahi müdahaleyle tedavisi nasıl yapılıyor? Ne kadar sürüyor? Riskleri var mı? Hasta, cerrahi müdahaleden ne kadar sonra sağlığına kavuşuyor?

Aşırı terleme bozukluğunun tedavisinde geçerli olan en etkili ve kesin tedavi şekli cerrahi uygulamadır. Ancak bu şekilde sempatik sinir bütünlüğünün belli seviyelerde bozulmasıyla, bu sinirler tarafından etkilenen vücut bölgelerinin aşırı terlemesinin normal terleme düzeyine indirilmesi söz konusudur. Eğer el, koltuk altı ve sırt etkilenmiş ise Göğüs Cerrahisi Uzmanı tarafından, genel anestezi ile göğüs yan duvarına yapılacak bir veya iki sayı yarım santimlik kesiler ve bu deliklerden girilerek özel aletler ve teknikler yardımı ile sempatik sinirin bu bölge için olan aşırı etkisi ortadan kaldırılır. Kapalı ameliyat teknikleri (endoskopik sempatektomi) kullanılarak kolaylıkla ve sorunsuz gerçekleştirilen operasyon 20-30 dakika sürmektedir. Ameliyattan göğüs dreni takılı olarak çıkan hasta, ertesi gün dreni alındıktan sonra taburcu edilmekte ve bundan sonra aynı gün günlük aktivitelerini rahatlıkla yapabilmektedir. Tek taraflı yapılan bu işlemin daha sonra diğer taraf için de tekrarlanması en doğru ve geçerli olanıdır. Artık tüm dünyada geçerli olan görüş, sempatik sinir bütünlüğünü kısmen bozmaktır. Bu sinir bütünlüğünün geniş olarak bozulması, ellerde kaybolan terlemeyi vücudun başka yerlerinde yan etki olarak ortaya çıkarabilmektedir. Yapılan klinik çalışmalar da bunu doğruluyor. Sempatik sinir bütünlüğünün bozulması, geçici veya kalıcı felç, his kaybı gibi birtakım rahatsızlıklara yol açmaz. Her cerrahi müdahalede olduğu gibi endoskopik sempatektominin de önceden, kanama, hava kaçağı gibi hesaplanamayan riskleri, deneyimli göğüs cerrahlarının yaptığı ameliyatlarda minimuma inmektedir. Daha önce geçirilmiş olan akciğer hastalıkları, cerrahi müdahalenin endoskopik yöntemle yapılmasını zorlaştırabilmektedir, çok nadir de olsa ek bir cerrahi operasyon gerekebilecektir.

Op.Dr. Oryal Erdik
Göğüs Cerrahisi Uzmanı
Universal Hospital Kadıköy

Apse

Apse, iltihabın bir çeşidi olup; özelliği, dokunun eriyerek içinde cerahatin oluşmasıdır. Bazen de bir yaralanma, bir damarın bağlanması veya tıkanması sonucu ölü bir tabaka oluşur ve buraya mikroorganizmanın yerleşmesi ile irin dolu bir boşluk meydana gelebilir.

Apseler iki türlüdür:

Sıcak apse: Bu apsede ateş yükselir, ağrı ve zonklama olur. Bu tür apse her zaman bir veya birkaç mikroptan dolayıdır(yani sebep mikroorganizmadır). Sıcak apsenin dört ana belirtisi; sıcaklık, allık, ağrı ve şişkinliktir(latince, color, rubor, dolor, tumor). Apsenin çevresi sert, ortası ise oynak ve yumuşaktır.

Soğuk apse: Verem hastalığında görülen bir apse türüdür. Öyle ki, şişlik üzerine dokunulunca sıcaklık alınamaz ve üzerine bastırıldığında ağrı hissedilmez. Yani, sıcak apsedeki gibi kesin iltihap belirtileri yoktur. Fakat şişlik açılırsa, sıcak apsedeki gibi bir apse içeriğinin olduğu görülür.

Soğuk apsenin iki özelliği vardır.

1 - İçinde irin yapıcı mikroplar ve irinleşme yoktur. Apse içeriğini harap olmuş doku oluşturur.

2 - Apsenin kaynağı ile görüldüğü yer arasında her zaman doğrudan bir ilişki yoktur. Örneğin; bel omurlarının soğuk apsesi(omurga veremi, pott hastalığı) kasıkta bir apse ile kendini belli edebilir.

Sıcak apselerin tedavisi, cerrahi müdahale gerektirir. Bu tedavi, apse yerinin açılması, irinin boşaltılması ve antibiyotikli merhemle uygulanarak yapılan tedavidir. Ayrıca ağızdan antibiyotik vermek gereklidir. Apseler tedavi edilmezlerse burada üreyen mikroorganizmalar vücudun diğer bölgelerine yayılabilirler. Apseler, komşu dokulara açılabilir veya komşu damarlara ilerleyerek, bu damarlardan kaynaklanan kanamalara sebep olabilir. Apseler meydana geldikleri organların çalışmasını bozabilir, vücutta genel bir hastalık halsizlik, iştahsızlık yapabilirler.

Soğuk apselerde ise verem ilaçları kullanılır. Bazen(örneğin böbrek vereminde) hastalığın yayılmasını önlemek için cerrahi işlem yapılabilir.

Akneyle erken tanışanlar, tedavide geç kalmasın!



Toplumda daha çok ‘sivilce’ olarak adlandırılan “Akne vulgaris” hastalığı, cilt sorunlarının en sık görülenleri arasında yer alıyor. Yapılan araştırmalara göre her 100 kişiden 85’i yaşamında bu sorunla 3-5 kez karşılaşabiliyor. Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, aknenin ciltteki yağ bezlerinin ve kil yapısının iltihaplanması olduğunu, fazla sebum üretimi ile gözeneklerin kapanması ve bir bakterinin (p.acnes) mevcut ortam bulması nedeniyle sorunun ortaya çıktığını belirtiyor.

Akne yaygın bir sorun olduğu için bu konuda birçok yanlış bilginin ortada dolaştığına değinen Dr. Ayşe Ferzan Aytuğ, akne konusunda yanlış bilinen 20 nokta hakkında bilgiler veriyor:

Akne Kalıtsal Değildir:

Akne çoğunlukla genetik bir hastalıktır. Ayrıca genetiğin etkisiyle oluşmayanları da vardır.

Akneyi Sıkarsan Kurtulursun:

Aksine akne sıkılmamalıdır. Çünkü sıkılırsa aknenin içinde bulunan enfeksiyonu ve inflamasyonu da dağıtmış oluyorsunuz, bunun sonucunda hem yüzde iz oluşuyor, hem daha da büyüyor.

Aknenin Nedeni Tektir:

Kişinin cildinde akne oluşmasında birçok faktör etkilidir. Bunlar arasında hormonlar, genetik nedenler, yağ bezlerindeki hücresel bozukluklar, bakteri çoğalmaları etkili oluyor.

Akneli Cilt Sık Sık Yıkanmalıdır:

Herşeyin fazlası nasıl zararlıysa burada da aynı prensip geçerlidir. Yüzü çıplak elle, yıpratıcı, tahriş edici maddeler kullanmadan, sabah ve gece iki defa olmak üzere yıkamak yeterlidir. Yüzü sürekli yıkamak, silmek, asit oranı yüksek ürün kullanmak sivilceleri daha da kötüleştirmekten başka birşeye yaramaz.

Bir Ergenlik Dönemi Sorunudur:

Akne ergenlik döneminde başlar ama ömür boyu da sürebilir, bu nedenle ergenlikte başlayan ama her yaşta da görülebilen bir sorundur. Bu yüzden ergenlik döneminde sık yapılan bir hatayla bekle-gör politikasını izlemek yanlıştır. Sivilcelerin kendi kendine geçmesini beklemek yerine bir uzmandan yardım alınmalıdır. Sivilceler çıkar çıkmaz, sorun büyümeden önlem almak en doğru yaklaşım olacaktır. Çünkü bu sayede iz riski de azaltılmış olur.

Stresten Olur:

Günümüzde stres birçok hastalığın dolaylı faktörü oluyor. Stres akneyi alevlendirebilir. Aknenin varlığı da stresi artırabilir. Ayrıca kişinin kullanmış olduğu antidepresan ilaçlar da akneyi artırabiliyor veya akneye yol açabiliyor.

Sadece Kozmetik Bir Sorundur:

Sadece kozmetik bir sorundur diyemeyiz. Çünkü özgüven ve morali de olumsuz etkiliyor. Kişinin depresyona bile girmesine neden olabiliyor. Fiziksel ve ruhsal izler bırakabiliyor. Kozmetik bir sorundur deyip geçiştirilmemelidir.

Sadece Sivilce Üzerine İlaç Uygulanmalıdır:

Akne tedavisi çok çeşitli ve kişiye özgü olmak zorundadır. Bu nedenle iyi araştırılıp tedavi edilmelidir. Sadece sivilce üzerine ilaç sürmek etkili değildir. Göz, dudak ve burun kenarı hariç tüm yüze uygulanmalıdır. Noktasal uygulama yapılması yanlıştır.

bazı yiyecekler akneye yol açar:

Hiçbir gıdanın bu konudaki etkisi tam olarak kanıtlanmış değildir. Bazı araştırmalar fazla süt ve süt ürünü akne yapabilir diyorsa da, net değildir. Ama kişi bir yiyeceği çok tükettiğinde ardından sivilcelerinin arttığını farkediyorsa daha az yemeyi deneyebilir.

Makyaj Sivilce Yapar:

Yağsız, hipoalerjenik tıbbi kozmetik ürünlerin kullanılması daha doğrudur. Çünkü bazılarının içinde küçük dozda da olsa sivilce ilaçları vardır. Televizyon ya da sahne makyajı denilen ağır makyajlardan uygulamak akne yapabilir. Onun dışında her makyaj yapanda akne oluşacak diye kesin bir kural yoktur.

Çok Terleyince Akne Çıkar:

Burada da aynı şey sözkonusudur, her çok terleyen kişide akne çıkmaz. Ancak çok fazla spor yapılınca, sıcaklık ve terlemenin etkisiyle ciltte yağlanma artabilir. Bazı kişilerde bu yağlanma akneye yol açabilir. Bu nedenle spor yaparken yüzde 100 pamuklu geniş giysiler tercih edilmeli, terli kalmadan hemen duş alınmalıdır. Terleme ve akneye meyilli kişiler yüzme sporunu tercih etmelidir. Hamam, sauna, buhar odasi kullanımı sivilceyi artırabiliyor.

Güneş Sivilceye İyi Gelir:

İlk asamada yağlanmayı kisa süreli olarak baskılayabiliyor. Ancak uzun süreli güneşle temas cildin soyulmasına, ölü hücrelerin gözenekleri kapatmasına ve sivilcenin tetiklenmesine yol açıyor. Lekelenme, deri kanseri ve iz riski de artıyor.

Sigara Sivilce Yapar:

Ciltteki bazı hücrelere zarar verir, erken yaşlanmaya yol açabilir, ancak akneye neden olduğuyla ilgili kesin bir bilimsel veri yoktur.

Yoğun Temizleyiciler Akne Sebebidir:

Cilde kese uygulanması, yoğun soyucu etkisi olan temizleyicilerden fazla oranda kullanmak, ciltte akneye neden olur.

Her Sivilce Aknedir:

Ciltte akneye benzeyen bazı oluşumlar olabilir. Kıl kökü sivilcesi, kıl batıkları, kıl kökleri belirginleşmesi, kızarıklıklar ve ağız çevresindeki sivilcelenmeler (akne rosacea) farklı şekilde tedavi edilmelidir.

Sporcu Destekleri Akne Yapar Mı?:

Spor yaparken kapasiteyi artırmak amacıyla kullanılan ve dışarıdan alınan destekler, çoğunlukla protein ve amino asit içeriyor. Eğer bunların içinde hormonlar varsa akne yapabiliyor.

Solaryum Akneyi Yok Eder:

Solaryuma girmek sivilceyi tedavi etmez, tam tersine sivilcelenmeyi tetikleyip, lekelenmelere, izlere ve kansere neden olabilir.

Akneden İstediğim Zaman Kurtulurum:

Bu doğru değil, tedaviye erken başlamak izlerin daha az olmasını sağlıyor. Uzun zaman geçince tedaviye direnç gelişiyor. Geç tedavi nedeniyle iz gelişimi kaçınılmaz oluyor.

A Vitamini İçeren İlaçlar Zararlıdır:

Şiddetli sivilce sorunu yaşayan, cildi yağlı kişilere yaklaşık 30 yıldır izotretionin içerikli (A vitamini türevi) bir ilaç veriyoruz. Bu ilaç kullanımı aknenin en başarılı tedavi şeklidir. Tedaviye geç başlanması geri döndürülemez izlere neden oluyor. Bazı kişiler kulaktan dolma bazı bilgilerle bu ilaçtan rahatsız oluyor, korkuyor. Oysa korkmamak gerekiyor. Bu ilacı kullanan kişiyi takip etmek gerekiyor, çünkü gecici olarak karaciğer enzimlerini, kolesterol seviyesini artırabiliyor. Yaklaşık altı ay boyunca bu ilaçla tedaviye devam edilirse, yüzde 100’e yakın başarı sağlanıyor. Kuruluk en cok gorulen yan etkisidir. Cildi inceltiyor. Laser ve ağdadan bu ilacı kullanırken uzak durmakta yarar var. Kışın kullanılmasında yarar vardır, çünkü ışık hassasiyeti yaratır. Bu dönemde hamile kalınmaması gerekiyor. Kalıcı karaciğer hasarı yapmadığı gibi, depresyona da neden olmuyor.

Sivilceden Kurtulmada Peeling İşe Yaramaz:

Aknenin ne zamandan beri sürdüğüne, görülen tedavilere, cilt yapısına bakılarak kişiye en uygun tedavi seçeneği belirlenir. Peeling tarzı cildin soyulması prensibine dayalı tedavilerde, yaglanmayi azaltmak, ciltteki renk farkını gidermek, çukurları, izleri yok etmek, gözenekleri azaltmak hedefleniyor. Süresi hekim tarafından ayarlanarak, uygun hastalarda tedaviye yardımcı olarak uygulanabilir.

Vajinimus nedir? Vajinismuslu çiftler neden gizleniyor?

Bir erteleme ve kaçınma hastalığı olan vajinismus nedeniyle çiftlerin yanlış tedavilere yönelmeleri çözüm sürecini aksatabiliyor.

Toplumsal çalışmaları ve basın açıklamalarıyla ülkemizde gündem yaratabilen Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED), ülkemizde evli ve cinsel hayatı olan her on çiften birinde görülen vajinismus hakkında yeni bir basın açıklaması yaptı. İşte CİSED'in basın açıklamasından çok çarpıcı başlıklar:
 
Çiftler çoğu zaman vajinismustan değil çocuk sahibi olamamaktan şikâyetçi

Evlenirken her çiftin cinsellikle ilgili beklenti ve hayallerinin olduğunu, vajinismus sorunu ortaya çıktığında bunların ilk geceden yıkıldığını ve balaylarının kâbusa dönüşebildiğini ifade eden CİSED Genel Başkanı Dr. Cem Keçe; “Vajinismus; kadın bedeninin penis-vajina birlikteliğini içeren cinselliği reddedişidir.Çiftler vajinismus sorunu ile karşılaşınca önce büyük bir üzüntü ve çaresizlik yaşamakta ve bu sorunu en yakın çevrelerinden bile saklamaktadırlar. Başlangıçta sorun genellikle ya görmezden gelinmekte ya da kendiliğinden düzeleceği düşünülerek bir cinsel terapiste başvurma kararı sürekli ertelenmektedir. Cinsel terapiye başvurma kararı verildiğinde ise, sihirli bir değneğin kendilerine dokunmasını ve hayatlarına sorunsuz olarak devam etmeyi arzu etmektedirler. Bu nedenle de hızlı ve mucize tedavilerde umut aramaktadır. Bunlar kızlık zarının ameliyatla aldırılması, anestezi altında cinsellik yaşamak, botoks uygulamaları ya da tek seanslık tedavi yöntemleri olabilmektedir. Bu yöntemler çiftin hem paralarının hem enerjilerinin hem de umutlarının tükenmesine neden olabilmektedir. Çünkü deneyip de başarısızlıkla sonuçlanan her tedavi girişimi çifti dipsiz bir kuyuya doğru sürükleyebilir, umutlarını kırabilir ve daha sonraki tedavi girişimlerini de güçleştirebilir.  Sorunların devam ediyor olması çiftin daha çok yıpranmasına ve cinselliği daha kötü algılanmalarına neden olabilir. Çiftler, bir süre sonra bunun bir kader olduğunu kabul etmeye başlayabilir, cinsellikten uzaklaşabilir veya cinselliğe küsebilirler. Hatta bir evliliği tamamlayamamayı kişisel başarısızlık olarak algılayan çiftler, penis-vajina birlikteliğini içermeyen yalan bir cinsel hayat yaşamaya başlayabilirler. Zamanla cinsel birleşme denemeleri giderek seyrelebilir veya “sürtünme” ile boşalma alışkanlığı geliştirebilirler. Son aşamada iç dünyalarında fırtınalar kopmaya başlayan çiftler; birbirlerinden gün geçtikçe uzaklaşabilirler, çocuk sahibi olmalarına yönelik çevrelerinden gelen baskılarla yanlış üstüne yanlışa sürüklenebilirler. Çocuk sahibi olmak için aşılama ya da tüp bebek yöntemine yönelebilirler. Hatta çiftler çoğu zaman vajinismustan değil çocuk sahibi olamamaktan şikâyetçi olabiliyor.Aslında emek veya çaba harcamaktan kaçınan çiftler kendilerini daha yoğun bir mücadelenin içerisinde bulurlar ve bu süreç, onların tüm güzellikleriyle birbirlerini yaşamalarına engel olur. Artık onlar için amaç evliliğin başında olduğu gibi mutlu olmak değil; utanç, kızgınlık, umutsuzluk duyguları ile kurdukları yalan dünyalarına sığınmak ve gizlenmektir.Ancak bazı çiftler daha baştan boşanmayı tercih edebiliyor yanivajinismus yuvaları yıkabiliyor.” dedi.
 
Vajinismus tedavisindeki en önemli faktör güvendir


Sebebi ne olursa vajinismusun tedavisinin mümkün olduğunu ifade eden CİSED Genel Sekreteri Psikolog Serap Güngör; “Cinsel hayatın penis-vajina birlikteliğini içermemesi, sağlıklı olmaması kişinin ruh sağlığını bozabilir, günlük hayatını ve tüm ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Aldatma, duygusal ve fiziksel şiddet, saygısız davranışlar, duygusal tatminde azalma, herkesin rahatça girdiği cinsel ilişkiye “biz nasıl giremiyoruz veya neden biz?” şeklindeki suçluluk, eksiklik hissi, utanç duyma, kendinden nefret etme, hayal kırıklığı, bunaltı, sıkıntı, umutsuzluk, çaresizlik, gibi durumlar da vajinismustan kaynaklanabilir. Bunalım ve sıkıntıya düşen çift kendilerine ve birbirlerine güvenlerini yitirebilir. Bu nedenle vajinismus tedavisindeki en önemli faktör çiftin kendilerine, cinsel terapistlerine ve uygulanan tedavi yöntemlerine karşı hissettikleri güvendir. Çünkü mutluluğu yakalamak çok zor değildir, mutluluk, tedavi kararının sağlıklı alınmasına ve başvurulacak cinsel terapistin doğru seçimine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, vajinismusun %100 tedavisi vardır ve cinsel terapidir, başlangıçta zor gibi görünen yol, içine girildiğinde en kolay ve en keyif veren yol olabilmektedir.” dedi.

Hamilemiyim nasıl anlarım?

Hamile mi kaldınız yada şüpheleniyormusunuz? Hamilemiyim acaba sorusuna yanıtmı arıyorsunuz yoksa? hamile kalıp kalmadığınızı anlayabilmeniz için bir yazımız.

Adet kanaması gecikmesi ve rahimde büyüme olan hastalarda , gebelik testinin pozitif çıkması ile gebelik tanısı konmaktadır. Gebeliğin erken tanısı, ölü fetüs ve dış gebeliğin tesbiti açısından önem taşır.

Şüpheli gebelik bulguları :

-Adet kanamasının gecikmesi
-Aşerme ve psikolojik değişiklikler
-Sabah bulantı ve kusmaları
-Göğüslerde gerginlik
-Karında büyüme
-Sık idrara çıkma
-Devamlı uyuma isteği
-Halsizlik

Kesin gebelik bulguları:

-Kanda gebelik testinin pozitif çıkması
-Bebek kalp seslerinin işitilmesi
-Bebek kısımlarının elle hissedilmesi
-Bebek hareketlerinin saptanması
-Ultrasonda embryonun görülmesi
 

Şüpheli Gebelik Belirtileri
Adet gecikmesi: Düzenli sayı gören bir kadın sayı kanamasının geciktiğinden şikayet ediyorsa öncelikle gebelik düşünülmelidir.Gebeliğin oluşumuyla salgılanan beta HCG gebeliğin devamını sağlar ve sayı kanaması gecikir.

Stres, gebe kalma korkusu, hormonal düzensizlikler, menapoz öncesi dönem, emzirme, kronik hastalıklar, opioid ve dopaminerjik ilaç kullanımı, genitoüriner sistem tümörleri, bilinçsizce yapılan küretajlar sayı düzensizliklerine sebep olur.
Meme değişiklikleri: İlk gebelikte önemlidir.Memelerde büyüme, dolgunluk hissi, hassasiyet, renk değişikliği görülür.Gebeliğin ikinci yarısından itibaren göğüslerden salgı gelebilir. Salgı önceleri şeffaf olup, ilerleyen aylarda sarımtrak bir renk alır. Buna kolostrum adı verilir.
Bulantı ve kusma: Gebeliğin başlangıcından itibaren on ikinci haftaya kadar gebelerin yarısında hafif bulantı ve kusma şikayetleri olabilir. Özellikle sabah aç karnına fazladır, ilerleyen saatlerde azalır.Çoğunlukla onikinci haftadan sonra kendiliğinden düzelebilir, nadiren gebelik boyunca devam eder.İlk gebelikte daha çok görülür.Gebelikteki metabolizme değişikliklerinin, psikolojik faktörlerin, iç salgı bezlerinin bulantı ve kusmada etkili olduğu düşünülmektedir.
İdrar yapma alışkanlığında değişiklikler: Gebeliğin ilk aylarında rahim daha aşağıda yerleştiğinden, idrar torbasına bası yaparak, idrar torbasının kapasitesini azaltır.Bu nedenle hastada sık idrara gitme hissi olur. Gebeliğin ilk üç ayından sonra şikayetler geçer.
Halsizlik, yorgunluk hissi: Gebeliğin 20. haftasına kadar sürebilir, çok rahatsız edici olabilir.
Çocuk hareketlerinin hissedilmesi: İlk gebelikte çocuk hareketleri gebeliğin 20. haftasından itibaren hissedilebilir, çoğul gebelikte ise 16.gebelik haftasından itibaren hissedilebilir.Önceleri seyirme şeklinde başlayan hareketler giderek kımıldamalara dönüşür.

Kesin gebelik bulguları:
Çocuk kısımlarının palpasyonu: İleri aylarda, çocuk gövdesi ve ekstremiteleri, rahatlıkla karında palpasyonla hissedilebilir.
Ultrasonda bebeğin görülmesi: Rahim içinde gebelik kesesi ve kese içinde embryo taslağı aranır. Kalp hareketleri görülür.
Aktif bebek hareketlerinin elle hissedilmesi: Gebeliğin ikinci yarısından itibaren çocuk hareketleri elle hissedilebilir.

 
fx15 rephair formoline epila tüy dökücü indir diyet zayıflama